MAZLUMDER Cezaevi Komisyonu’nun düzenlemiş olduğu Cezaevi Söyleşileri, 14 Ekim 2017 Cumartesi günü, 34. Söyleşi ile altıncı yılına girdi. Ümraniye, Bayrampaşa, Bursa, Gebze, Metris, Eskişehir, Kırıkkale, Ankara Ulucanlar ve Kırşehir hapishanelerinde yatarak çıktıktan sonra, 7 yıllık bir mücadele neticesinde Avukatlık yapma hakkını elde eden Mehmet Okatan’ın katılımı ile gerçekleştirildi.
MAZLUMDER Genel Sekreteri Av. Kaya Kartal’ın giriş ve selamlama konuşmasının ardından sözlerine başlayan Okatan, konuşmasının başında mahpusluk, özgürlük ve özgür insan kavramlarına değindi; “Bana göre İslam’da özgür insan ‘LA’ diyebilen insandır. Bunu diyebiliyorsak özgürüz. Bu takdirde tel örgüler özgürlüğünüzü alamaz. İnsanın etrafında duvarların olması, askerlerin olması onun özgürlüğünü elinden alacak bir şey değildir. Bize Batının özgürlük anlayışı dayatılıyor. İstediğimizi yapabildiğimiz ölçüde özgür olduğumuz söyleniyor. Fakat Kur’an, bunları yaptığımızda özgür olamayacağımızı; bütün bunlardan sıyrıldığımızda özgür olabileceğimizi söyler. Cezaevi, maddi imkânların kısıtlandığı bir yerdir, ama özgürlüğün olmadığı bir yer değildir. ”
1995 yılı Kasım ayında gözaltına alındığını belirten Okatan, gözaltında 15 gün işkence gördüğünü ve bunun akabinde cezaevine girdiğini ifade etti. Cezaevine giriş sürecinin sancılı başladığını belirten Okatan; “Tabutluk denilen, şimdiki F tiplerinin prototipi sayılan, Ümraniye Cezaevine gönderildik. 15 gün boyunca gazeteler haberlerimizi yaptılar. Bu haberler, 90’larda işlenen tüm faili meçhullerin tetikçilerinin biz olduğumuza dairdi. Ümraniye Cezaevi solcuların yoğun olduğu bir yerdi. Geldiğimizin ikinci gününde bir isyan çıktı. İsyan neticesinde Bayrampaşa Cezaevine gönderildik. Bayrampaşa’da 3 ay kaldık ve kaldığımız bu dönem Mehmet Ağar dönemiydi. Ağar, en kolay lokma olarak bizi gördü ve onun tabiri ile ‘paket’ yapılarak cezaevlerini dolaştırıldık. Bandırma (3 ay), Bursa (2 ay) ve Gebze cezaevlerine sırayla sevk edildik. Ardından tekrar Bursa ve bu süreçte en son Metris’e geldik. Burada iken yargılama başladı. 5 yılın sonunda Eskişehir, sonrasında Bayrampaşa, Kırıkkale, Kırşehir derken 2004 yılında tahliye oldum. Cezaevine girdiğimde Tıp Fakültesi öğrencisi idim. Cezaevinde devam ettiremeyeceğimi anlayıp ayrıldım ve hukuk fakültesine başladım ve mezun oldum.” ifadelerinde bulundu.
Gözaltı ve işkence süreci özelinde ise Okatan, o dönemde gözaltına alınan insanların kaybedilmesi vakalarının yaşandığını ifade edip, gözaltına alındıktan sonra hastaneye götürüldüğünü, üzerine çarşaf gibi bir şey atıldığını, dışarıda basın olduğunu anladığında bu tür bir kaybedilmeyi ya da intihar süsünü önlemek için: “Ben Mehmet Okatan’ım ve gözaltına alınıyorum. Aileme haber verin” dediğini belirtti. Okatan devamla: “Doktor beni vermek istemedi, müşahede altında kalmam gerektiğini söyledi ama polisin isteği ile Polis Hastanesine sevk edildim. Burada gözaltına alındım ve Vatan Emniyete götürüldüm. Gözlerim bağlı idi. Polisler her zaman her şeyi biliyormuş gibi davranır. Bizden anlatmamızı isterler, eğer anlatmazsanız işkence başlar. Sadece kaba dayak yoktu, daha farklı işkenceler de vardı. Bir arkadaşımıza poşetle boğma işkencesi yapmışlardı. Bunlara yeni teknik diyorlardı. Filistin askısı, elektrik sıradan yöntemlerdi, bu sıradan yöntemler karakollara kadar düşen işkence türleriydi. Bu süreçlerden sonra Savcıya çıkılıyordu. Ancak çıkmadan önce ‘bak reddedersen buraya geri gelirsin’ diyorlardı. Buna rağmen savcıya ifadeleri kabul etmediğimizi, işkence altında alınan ifadeler olduğunu söyledik.” şeklinde beyanlarda bulundu.
Mehmet Okatan, yaşamış olduğu yargılama süreci hakkında ise; “İddianamenin hazırlanmasından sonra 50 duruşmalı bir yargılama oldu. DGM’de yargılandık ve askeri hâkim vardı karşımızda. Şu anda pek anlaşılabilecek bir şey değil. 50 duruşmanın sonunda ceza aldık. İnfaz sürecimin 9. yılında TCK değişti ve örgüt üyeliği suçunun cezası indirildiği için infazı 4 yıl 6 aya düştü. Ama biz 9 yıl yatmıştık. Buna rağmen mahkemelerin iş yoğunluğundan dolayı ben 3 ay daha bekledikten sonra çıkabildim. Yargılama tam bir komedi idi. Duruşmaya gidiyorduk, bir şey olacağını sanıyorduk ama bir eksik evraktan dolayı 3 ay sonraya dosya erteleniyordu.” şeklinde ifadelerde bulundu.
Cezaevi içindeki yaşam koşullarından da bahseden Okatan: “Müslümanların bulunduğu koğuşlarda bir ‘İslam onuru ve vakarı’ vardı. Bir disiplinimiz vardı. Hayatı planlı yaşıyorduk. Zamanı yetirememek gibi bir durum söz konusuydu. Tek bir boş anın olmadığı bir süreç yaşadık. Hukuk fakültesini kazandım. Ders notlarım ve kitaplarım arkadaşlarım vasıtasıyla gönderildi. Bunları okudum. Ayrıca sürekli meal-tefsir okuyorduk. Bu anlamda cezaevlerinde Medrese-i Yusufiye’ye çevirdik. Cezaevinde okuduğum kitapların 10’da 1’ini bile dışarıya çıkınca okuyamadım.” şeklinde ifadelerde bulundu.
F tipi cezaevleri konusunda yaşadıklarını ve cezaevi sürecinin sıkıntılarını dile getiren Okatan: “Cezaevlerinde 99’a kadar koğuş sistemi vardı. Sonrasında F Tipi geldi. F Tipi nedeniyle Bayrampaşa Cezaevine operasyonun yapıldığı gün ben de öğrenciliğim devam ettiği için Bayrampaşa’daydım ve Müslüman siyasi olarak orada tektim. Okumak için Eskişehir’den gelmiştim. Özel tip koğuş bölümündeydik. Helikopter geldi, taramalar oldu. Biz o an maltadaydık. Ayağından, bacağından vurulanlar oldu. Koğuş sistemi kendi içerisinde sorunludur fakat insani bir yerdir, tabi F tipine göre… En azından insan insanla kavga edebiliyordu, bir dalaşma, kavga etme bile insani bir şeydir. F tiplerinde bu dahi yok edildi. 25 kişilik koğuşumuzda okumalar, dersler, tartışmalar vardı ama toplumsal bir hayatımız vardı. Fakat F tiplerinde ya tek kişi kalırsın ya da üç kişi. Burada tamamen yalıtılmış vaziyette insan. Toplumsal hayat hiçbir şekilde burada yaşanamıyor. Bu bence iyi değil. Kavga-hengâme olsa bile koğuş daha iyiydi... 2000-2004 arası Kırşehir’deydim (oraya çakma F tipi diyorduk), çünkü E Tipini bölerek F Tipi yapmışlardı. F tipi insanların hareketlerini dahi kısıtlıyordu. Ben çıktığımda en çok dikkatimi çeken çocukların hareketliliği idi. Çocukların hareketini takip edemiyordum, sanki hep bir yere çarpacaklarmış gibi geliyordu bana. Cezaevi sonrasında dışarıdaki hayat böyle bir psikolojik sorun ortaya çıkarıyor. Mesela mesafe algısı bozuluyor. Girdiğimde araba kullanmasını biliyordum ama çıktığımda zorlandım.” şeklinde ifadelerde bulundu.
Cezaevleri tecrübesi ile birlikte insanın hayatta en küçük görünen şeylerin dahi ne kadar büyük birer nimet olduğunu anladığından bahseden Okatan; “Cezaevi nimetlerden arındırılmış bir yer. Cezaevinde insan nelerin nimet olduğunu anlıyor. Şu anda dışarıda gördüğümüz ama ‘nimet mi acaba?’ diye düşünmediğimiz şeylerin aslında nimet olduğunu anlıyorsunuz. 100 metre uzağa bakabilmenin bir nimet olduğunu cezaevinde anlarsınız. Ya da ağaç yapraklarına vuran rüzgâr sesi… Ben çıktığımdan beri hep pazara gidiyorum çünkü kalabalık var, çeşit var. Tatmasan da görebilmek nimet. Toprağa basmak büyük nimet. Allah’ın nimetlerini saysak yiyecek içecekleri nimet olarak sayarız ama bu ‘basit’ görünen şeyler bile büyük nimet…” şeklinde ifadelerde bulundu.
Son olarak, cezaevinden çıkış sürecini ve sonrasını anlatan Okatan bu konularda da; “Genel anlamda Müslümanlar vefasızdır. Ben cezaevinden çıktım ama bir ‘ben’ çıktım. Kimse yok etrafımda. 2 gün sonra biri aradı beni, arayan sol ideolojiye sahip eski cezaevi arkadaşım Mustafa idi. ‘Çıktığımı nereden biliyorsun?’ dediğimde; ‘biz eşek başı mıyız? Kanun çıktı, tabi ki çıkacaksın’ dedi bana. Cüzamlı gibiydik o zamanlar. 2008-2009 yılına kadar Cezaevlerindeki Müslümanlar bilinmiyordu bile... Biz bir şekilde hayata tutunabildik ama çıkınca sorun yaşayan çok kişi var. Çünkü cezaevinden çıkan insana ‘Cezaevinden çıkan insan’ gözüyle bakılır. Kızını vermek istemeyen baba da böyle bakar, işyerindeki patron da: iyidir ama psikopattır der, en iyi ihtimalle. Çıktığımda avukatlık ruhsatı vermediler. İş başvuruları yaptım ama kabul edilmedi. Ben de kontör satmaya başladım. Başka işler yaptım. Sonrasında tekrar avukatlık mücadelesi başlatmaya karar verdim. Avukatlık Kanunu’nun ilgili maddesi Anayasa Mahkemesi’ne bizim dosyamız dolayısıyla yapılan başvuru ile iptal oldu ve avukatlığa başladık. Cezaevinden çıktığımda bir gün avukat olarak geleceğimi söylemiştim arkadaşlarıma ama 2011’e kadar gelemedim. Nihayet 2011’de avukat olarak Bolu’ya gittim. Ardından Kandıra, Batman, Bolu, Kırşehir, Edirne, Tekirdağ cezaevlerini ziyaret etmeye başladım. Şu anda gayet iyi durumdayız. Ayda bir, iki ayda bir ziyaretler oluyor. Ayda bir avukat görmek onlar için iyi olduğu kadar idare için de önemli. İdare, ‘bunlar sahipsiz değil’ diyor.” şeklinde ifadelerde bulundu.
Program katılımcıların soruları ile birlikte sona erdi.