DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ AÇISINDAN R.TAYYİP ERDOĞAN DOSYASI

DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ AÇISINDAN R.TAYYİP ERDOĞAN DOSYASI

TÜRKİYE'DE DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ SORUNU

Türkiye'deki sistemin, insan haklarını korumaya elverişli olmadığı, sürekli insan hakları sorunu ürettiği bilinmektedir. Düşünce Özgürlüğü alanında yaşanan ihlaller, Türkiye'nin en önemli insan hakları sorunlarından birini oluşturmaktadır. Çünkü yüzlerce yasa maddesi, insanların düşüncelerini açıklama özgürlüklerini kısıtlamaktadır. Türkiye'de yaşayan insanların, resmi ideoloji çerçevesinde düşünmeleri ve düşüncelerini açıklamaları istenmektedir. Bu çerçeveyle kendini sınırlamayı, insan onuruna ve insan haklarına aykırı bulan aydınlar, bilimadamları, politikacılar ve gazeteciler ise, açıkladıkları düşüncelerinden ötürü yargılanmakta ve cezalandırılmaktadırlar. Bundan dolayı Türkiye'deki cezaevlerinde sürekli 100'ü aşkın düşünce mahkumu bulunmaktadır. Ancak açıkladıkları düşüncelerinden ötürü yargılanan insan sayısı artık binlerle ifade edilmektedir. Bu insanlardan birisi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'dır.

R. TAYYİP ERDOĞAN'A VERİLEN CEZANIN ANLAMI VE ÖNEMİ

R.Tayyip Erdoğan hakkında verilen karar, sadece düşünce özgürlüğü sorunu olarak görülmemektedir. Çünkü Erdoğan, kapatılan Refah Partisi üyesi idi, şu anda da ülkenin ve parlamentonun en büyük partisi olan Fazilet Partisi'ne üyedir ve bu partinin en güçlü lider adayıdır. Erdoğan hakkında verilen karar, onun ömür boyu siyasetten yasaklanmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla bu kararın, Türkiye'deki siyasal hayatı yeniden düzenlemeyi amaçlayan bürokratik egemen güçlerin baskısıyla alındığı ve Erdoğan'ı, siyasal yaşamın dışına çıkarmayı hedeflediği düşünülmektedir. Böyle bir karar, sadece Erdoğan'ın değil, onun liderliklerini üstlenmesini isteyen onbinlerce kişinin siyasal haklarını da kısıtladığı değerlendirilmektedir.

Bu bakımdan Erdoğan dosyası hakkında özel bir rapor hazırlamak ve ulusal ve uluslararası insan hakları savunucularına sunarak bu dosya ile ilgili bir kampanya açılması çağrısında bulunmak zorunlu hale gelmiş bulunmaktadır. Nitekim Türkiye içinde ve dışında farklı ideolojik kesimlere mensup birçok kişi ve kuruluş, bu karara tepki göstermiş ve düzeltilmesini istemiştir.

Erdoğan, 06 Aralık 1997 Cumartesi günü Türkiye'nin Güneydoğu illerinden olan Siirt'te düzenlenen açık hava toplantısında yaptığı konuşmadan ötürü, Türk Ceza Yasası (TCK)'nın 312/2.maddesi uyarınca 10 ay hapis cezasına mahkum edilmiştir. (Erdoğan'ın konuşma metni ekte gönderilmiştir.)

Söz konusu toplantıda yasalara aykırı herhangi bir hususun saptanmadığı ve toplantının olaysız olarak sona erdiğine ilişkin güvenlik görevlilerinin raporları dosyada bulunmaktadır.

SORUŞTURMA VE İDDİANAME

Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı, 09.12.1997 tarihinde 1997/42 nolu fezleke hazırlamış ve Erdoğan'ın konuşmasına "Minareler süngü, kubbeler miğfer; Camiler kışlamız, mü'minler asker" diyerek başladığı ve konuşmasının bütünüyle incelenmesinde TCK.312.maddede düzenlenen halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu oluşturabileceği düşüncesiyle konuşmaya ilişkin bant ve bant çözümlerini, Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığı'na göndermiştir.

Söz konusu şiir, bir kamu kuruluşu olan Türk Standartları Enstitüsü'nün 1994'de Ankara'da yayımladığı "TÜRK ve TÜRKLÜK" isimli kitabın 281.sayfasında yer almaktadır ve ünlü Romen Diyojen'in "Yaktırayım Kur'an'ı, Yıktırayım Kabe'yi; Şark'a gelen görmesin, Minareli Kubbeyi" sözlerine karşılık Alpaslan'ın verdiği cevaplardan oluşmaktadır. Bu şiirin içinde yer aldığı söz konusu kitap, Milli Eğitim Bakanlığı'nın 15 Şubat 1994 tarih ve 569 kararıyla öğretmenlere ve öğrencilere tavsiye ettiği bir kitaptır.

Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başasavcılığı'nın açtığı soruşturma üzerine Erdoğan, verdiği ilk ifadesinde, Siirt'te yaptığı konuşmanın, halkı din ve ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik niteliği taşımadığını, aksine konuşmasının düşünce açıklama özgürlüğünün Anayasa ve yasalardaki sınırları çerçevesinde yapıldığını, konuşmada toplumun herhangi bir kesimi hedef alınarak, bunlara karşı kin ve düşmanlığa tahrik teşkil edecek hiçbir ifadeye yer verilmediğini, konuşmada özetle özgür iradeli bireyler olunmasının ve demokratik bir toplumun gerekliliğine işaret edildiğini söylemiş ve hakkında takipsizlik kararı verilmesini istemiştir.

Ancak Diyarbakır DGM C.Başsavcılığı, hazırladığı 11.02.1998 tarihli iddianame ile Erdoğan'ın "Halkı din ve ırk farklılığı gözeterek, kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek" suçu işlediği gerekçesiyle TCK'nun 312/2.maddesi uyarınca cezalandırılmasını istemiştir.

Diyarbakır DGM C.Başsavcılığı, hazırladığı iddianamede, ağırlıklı olarak Refah Partisi'ni, bu partinin iktidara gelmeden önce bazı yöneticilerinin ve üyelerinin yaptığı birtakım konuşmaları ve RP'nin hükümette olduğu dönemde Türkiye'nin içerisine sürüklendiği ortamı yorumlamakta, RP'yi Milli Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat 1997 tarihli kararlarını savsaklayıp uygulamamasını eleştirmektedir. Bu partinin genel başkanına veliaht olarak gösterilen, parti tabanı tarafından söylem ve davranışları dikkatle izlenen Erdoğan'ın, Siirt'te yaptığı konuşmada toplumun laik kesimini ve rejimin bazı kurum ve kurullarını din düşmanı olarak hedef gösterdiğini iddia ederek TCK'nun 312/2.maddesi uyarınca cezalandırılmasını istemektedir. (İddianame ekte gönderilmiştir.)

HUKUK OTORİTELERİNİN DEĞERLENDİRMELERİ

Erdoğan'ın avukatları, Türkiye'nin saygın ve ünlü hukuk bilimadamlarından konuşma metnine ilişkin hukuki değerlendirmelerini istemişlerdir. Bu bilimadamlarından Ord.Prof.Dr.Sulhi DÖNMEZER, söz konusu konuşma metnini, elli yılı aşan bilirkişilik tecrübelerim çerçevesinde ve Atatürk inkılaplarının inançlı ve sadık bir yandaşı, irtica ile yıllarca savaşmış ve savaşmakta bulunan bir bilimadamı sıfatıyla ve görüşüyle inceledikten sonra raporunu hazırladığını belirtmektedir.

Dönmezer, konuşmanın ilk bölümlerinin, dini, ahlaki, sosyal, siyasi, birleştirici, vatanın bütünlüğünü vurgulayıcı bir propaganda niteliğinde bulunduğunu söylemektedir. Dönmezer, konuşmanın "her şeyden önce, ülkemizin de katılımı ve Avrupa İnsan Hakları Divanı'na ferdi müracaat hakkının da tanınmış bulunması itibariyle, artık Türk iç hukukunun bir parçası haline gelmiş olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 10.maddesinde yer alan ifade özgürlüğü bakımından incelenmesini ve irdelenmesini uygun sayıyoruz.Gerçekten 10.madde itibariyle bu konuşma, ifade özgürlüğünün normal ve hukuk çerçevesinde kullanımı niteliğinde ise, artık suç teşkil edip etmediği hususu incelenmeye değer bir husus dahi teşkil etmez." demektedir.

Ord.Prof.Dr.Sulhi Dönmezer devamla şunları vurgulamaktadır: "Konuşmanın, 10.maddenin ilk fıkrasının verdiği özgürlük içerisinde kaldığı ve ikinci fıkrada belirtildiği üzere 'demokratik bir toplumda, zaruri tedbirler niteliğinde olarak, milli güvenliği, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü, kamu güvenliğini, nizamı muhafazayı, suçun önlenmesini, sağlığın ve ahlakın, başkalarının şöhret veya haklarının korunmasını, gizli haberlerin ifşasına mani olunmasını, adalet gücünün üstünlüğünün ve tarafsızlığının sağlanmasını' ihlal edecek herhangi bir hususu içermediği ve bu itibarla konuşmanın bütünüyle fikir ve düşünceleri, siyasi kanaatları ifade ve dini kavramları açıklama hürriyetinin çerçevesi içinde kaldığını belirtmek yerinde olacaktır.

Kaldı ki konuşma, TCK'nın, bugünkü halinde, suç teşkil edebilecek herhangi bir unsuru da içermekte değildir."

Dönmezer, hukuki değerlendirmesinin son bölümünde ise şunları söylemektedir: "Cebir ve şiddete başvurmaksızın veya bu yolu tavsiye etmeksizin, devletin hukuki düzenini ve başta Anayasanın esaslarını İslam şeriatının hukukuna uydurmak üzere yapılan telkinler, mesela laikliğin inkarı, kötülenmesi, 163.maddenin kaldırılmasından sonra suç olmaktan çıkmış ve bu nevi propaganda, normal fikir ve düşünce hürriyetinin kullanılması şekline dönüşmüştür.

Konuşmacının konuşmasında kişileri, İslam şeriatının hukuk esaslarına uygun, laiklik ilkesini kaldırmaya yönelik propaganda niteliğine delalet eden herhangi bir unsurun veya özelliğin bulunduğu kanaatında değiliz.

Konuşmacının dayandığı kavramlar, vurguladığı fikir ve düşünceler, öne sürdüğü misaller, elbetteki tartışmaya açıktır. Ancak hukuk çerçevesinde bunların böylece ifade edilmesinin ceza mevzuatına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10.maddesinin ikinci fıkrasına aykırı olmadığı ve sosyal bakımdan da, kökten dincilik karşılığı kökten laikçilik ikilemine düşülmediği takdirde, irticai bir faaliyet telakki edilemeyeceği açıklanmalıdır."

Türkiye'nin saygın ve bilinen hukuk bilimadamlarından Prof.Dr.Çetin ÖZEK ise, konu ile ilgili değerlendirmesine "Recep Tayyip Erdoğan, seçimle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı makamına geldiğine göre, bir siyaset adamıdır. Konuşucu'nun Siirt'ten aldığı davet üzerine yaptığı, hukuksal açıdan değerlendirilmesi istenilen konuşma da, bir siyaset adamının, ülkenin değişik sorunlarına ilişkin siyasal görüşlerini açıklamasından ibarettir. Diğer bir deyişle, her siyasal eleştiri hakkı kullanılmıştır. Bütün vatandaşların da sahip olduğu 'eleştiri' hakkı, öncelikle siyaset adamı açısından da, yadsınamaz bir haktır. Bir 'hak' kullanıldığında 'sorumluluk' olmayacağı, hukukun genel kuralıdır.(....) Bu görüşler benimsenebilir veya karşı çıkılabilir. Fakat baskın niteliği, her türden zihniyette olan akım ve kişilerin, özgür düşüncenin, barışın, sevginin, dostluğun egemen olduğu Türkiye'yi birlikte oluşturması dileğini içeren konuşmanın demokratik nitelikte olduğu yadsınamaz.

Bu açıdan konuşmanın hukuksal açıdan değerlendirilmesinin istenmesini şaşkınlıkla karşıladığımı belirtmeden geçemeyeceğim.(...)

Konuşmada yer alan, değinilen sözlerin, özellikle Siirt gibi kendisine özgü niteliği olan bir kentte, ayrımcılığı, çatışmayı önlemeye yönelik olduğu açıkça anlaşılmaktadır. İstiklal Marşı'ndan alınan sözler de, yeni cumhuriyetin kuruluş ve birliğini niteliyen dizelerdir.

Kaldı ki, konuşucunun değinilen sözleri, dinsel nitelikte sayılsa dahi, Anayasal kurallar kapsamındadır.

Gerçekten Anayasa'nın 24.maddesinde, 'herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir' denilmektedir. Anayasa'nın 25.maddesi ise, 'kişi, düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz, suçlanamaz' demektedir. Belirtilen nedenle, özellikle bir siyaset adamının, dini inanç ve kanaatini açıklaması, gerek düşünsel açıdan, gerek siyasal açıdan tartışılamayacak bir haktır.

Nitekim Anayasa Mahkemesi'nin 4.11.1986 gün ve 11/26 sayılı kararında aynen:'Laik devlette herkes, dinini seçmekte ve inançlarını açığa vurabilmekte, tanınmış olan din ve vicdan özgürlüğünün sınırları içerisinde serbesttir. Hiçbir dine itikadı olmayanlar için de durum aynıdır. Laik bir toplumda herkes, istediği dine ya da inanca sahip olabilir. Bu husus, yasa koyucunun her türlü etki ve müdahalesinin dışındadır. Gerçek vicdan hürriyetinden ancak laik olan ülkelerde sözedilebilir. Dinlerden birini devlet olarak tarcih fikri, ayrı dinlere mensup vatandaşların kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı düşer. Laik devlet, din konusunda inancına bakmaksızın yurttaşlara eşit davranan, yan tutmayan devlettir.' denilmektedir.

Şunu da vurgulamak gerekir ki, imzaladığımız sözleşmelerde de, din özgürlüğü ve dinsel görüş açıklamak hakkı, temel insan haklarından sayılmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10.maddesi ve Birleşmiş Milletler 'Dinsel Hoşgörüsüzlüğün Önlenmesi' bildirgesi örnek olarak gösterilebilir. Nitekim, ulusalüstü sözleşmeler, Katolik inancını devletin resmi dini sayan İtalya'da dahi, 1984-1985 yıllarındaki yasal düzenlemelere neden olmuştur. İtalya'da da 'resmi din' kavramı yerini büyük ölçüde, dinsel inanç özgürlüğü ve eşitliği sistemine bırakmıştır.

(....)

Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmasında, dinsel normlarla bağlı bir siyasi iktidar düzeninin zorunluluğunu ileri süren görüş olmadığı gibi, bireyleri dinsel normlara uygun davranmaya zorlayan, bireyin dinsel açıdan özgürlüğünü sınırlamaya yönelik telkin ve yöntem önerileri yer almamaktadır. Konuşucunun, dinsel nitelikli sözleri, konuşmanın temelini oluşturmadığı gibi, hukuka uygun görüş açıklama niteliğindedir.

'Teokratik düşünce-zihniyet' dinsel temele oturtulan 'monist' bir anlayıştır. Halbuki konuşucu, her türden 'zihniyet'in uzlaşarak, barış, sevgi, birlik içinde ülkenin sorunlarının çözümlenmesi gereğini, tekrar tekrar dile getirmiştir. Bu açıdan konuşucu, demokratik sistemin özünü oluşturan 'çoğulcu-uzlaşmacı' bir görüşü savunmaktadır.

Belirtilen nedenle, Recep Tayyip Erdoğan'ın görüşlerinde, Anayasa'nın 24/3 maddesine aykırı hiçbir söylem yoktur.

Recep Tayyip Erdoğan'ın, konuşmasında yer verdiği ve bir şiirden alındığı anlaşılan; 'Minareler süngü, kubbeler miğfer - Camiler kışlamız, mü'minler asker' mısraları, basında bazı suçlamalara yol açtığı için, yine 'ihtimal'e dayanarak, hukuksal değerlendirme konusu yapılmıştır.

Öncelikle, bir şiirden alınmış iki mısranın okunmasının, ülkemizde, hala suçlama nedeni olmasından duyduğum elemi dile getirmek isterim. Kaldı ki, Yargıtay'ımız değişik kararlarında, bütününden soyutlanmış söz ve yazılara dayanılarak hüküm verilemeyeceğini benimsemiştir. Bu açıdan şiirin tümü bilinmeden, iki mısraya dayanılarak sonuç çıkarmak, ne hukuka, ne insafa sığar.

Kaldı ki değinilen mısralar, şairin dinsel duygularını dile getirmesinmden öte bir anlam taşımaz. Bilindiği gibi ceza sorumluluğu, 'yasallık' kuralına bağlıdır. Diğer bir deyişle, dış dünyada değişiklik yaratan eylemin, eylem işlenmeden önce, ceza normu tarafından suç olarak tanımlanmış olması gerekir. Bir suç tanımına uygun olmayan eylem, 'tipik' eylem değildir. Tipik olmayan eylem, ceza sorumluluğuna yol açmaz.

Şimdi sormak gerekir: Konuşucunun okuduğu, kendisinin olmayan iki mısra, hangi suç tipine uygundur? Hukuksal planda kalındığı sürece, hiçbir suç tipine.

(....)

Okunan mısralarda, diğer din ve mezhepleri kötülemeye yönelik bir ifade yoktur. Bu açıdan, 'din ve mezhep farklılığı gözeten tahrik' eylemi yoktur.

Belirtilen nedenle, Recep Tayyip Erdoğan'ın, 'bir şiirden iki mısra okuması' eylemi, halkı 'kin ve düşmanlığa tahrik' etmeye uygun değildir.

Sonuç olarak, Recep Tayyip Erdoğan'ın Siirt konuşmasında suç teşkil eden bir husus bulunmadığı kanaatine vardığımı bilgilerinize sunarım."

İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve Galatasaray Üniversitesi Ceza Hukuku Öğretim Üyesi Prof.Dr. Uğur ALACAKAPTAN ise yaptığı değerlendirmede, Ord.Prof.Dr.Sulhi DÖNMEZER ile Prof.Dr.Çetin ÖZEK'in analiz ve değerlendirmelerine tamamen katıldığını belirterek, konuyu TCK 312.maddesi çerçevesinde ele alarak şunları söylemektedir:

"Bilindiği gibi TCK'nun 312.maddesindeki suç, öğretide 'Tehlike Suçu' diye adlandırılan suçlardandır. Tehlike suçu, somut bir zararın netice olarak öngörüldüğü zarar suçlarından farklıdır.Tehlike suçunu oluşturan hareketin, ceza kuralı ile tecrim edilen tehlike şeklindeki sonuca vücut verip veremeyeceği konusunda bir değerlendirme yapılması gereği ortaya çıkar. Eğer böyle bir değerlendirme sonunda tahrik, teşvik, övme gibi hareketlerin tehlikeyi yaratmak bakımından uygun ve elverişli olduğu belirlenebiliyorsa suçun varlığı, aksi halde oluşmadığı sonucuna varmak gerekecektir. Eğer hareket, tehlikeyi yaratmak bakımından somut ve yakın tehlike (clear and present danger) teşkil etmiyorsa, suçun meydana gelmeyeceği kabul edilmelidir.

(....)

Kin ve düşmanlığa tahrik ise maddede sayılan zümre ve grupların biri birine karşı şiddet hareketlerinde bulunmalarını istemeye yöneliktir. Ve açıkça anlaşıldığı gibi bu iradi yönelişin özel bir kast altında gerçekleşmesi gerekir.

(....)

'...Düşmanlığa tahrikten maksat, ülkenin kamu güvenliğini ve düzenini tehlikeye düşürebilecek mahiyette fiilleri icra eylemektir. Önemli olan, tahrikin, kamu güvenliğini ve düzenini tehlikeye düşürebilmesi ihtimalidir. Düşmanlıktan maksat ise, kin nefret duygusunu saçmak, yaymak, telkin eylemektir...' (Yargıtay 8.C.D.18.06.1974, 2/2)

Esasen hükmün bu şekilde yorumlanması Türkiye'nin de taraf olduğu ve bir yasa ile kabul edildiği için İç Hukukunun da bir parçası olan ve Anayasa'nın 90.maddesine göre haklarında Anayasa'ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamayacak kanunlar arasında yer alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(AİHS) hükümlerine ve bu hükümlerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından yorumlanma tarzına da tamamen uygun düşmektedir. Bu noktada Sn.DÖNMEZER ve ÖZEK'in raporlarında yapılan tespitlerle belirtilen kanaatlere tamamen katıldığımı belirtmekle yetiniyorum.

(....)

Bu konuşma suç olarak değerlendirilerek, özellikle Sn. DÖNMEZER ve ÖZEK'in son derece objektif, kanıtlara dayanan ve ikna edici bilimsel görüşlerine karşın böyle bir davanın açılmış olması, Hukuk Devleti ilkeleri ile düşünce özgürlüğü ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temelinde yatan laiklik ilkesi ile bağdaştırılamaz.

(....)

...Sanık Erdoğan'ın sözlerinde TCK'nın 312.maddesinde belirtilen din, mezhep farklılığı gözeterek halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik eden bir davranışın unsurları da yoktur. Sanık, bir politikacı sıfatı ilebir politikacı gibi davranarak, kendi ideolojik yaklaşımları ve inançları çerçevesinde çeşitli sorunlarla ilgili görüşlerini ortaya koymuştur. Ve genelde halkı barışa, sevgiye ve dostluğa çağırarak bu platformda hür düşüncenin hüküm sürdüğü bir Türkiye'yi oluşturma çabasına davet niteliğinde bir konuşmadır bu...

(....)

Bu vesile ile iddianamede büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp'in eserinden alındığı belirtilen Romanos Diogenos-Alpaslan atışmasının, yani yaklaşık bin yıl geride kalan muhayyel şiirsel bir çatışma ile Milli Marşımızın bir bölümünün suç unsuru sayılmasından duyduğum şaşkınlığı da belirtmek isterim. Belli metin ve düşüncelerin, bir ağızdan çıktığında meşru, bir başka ağızdan çıkması halinde suç sayılmasında gösterilen bu aceleciliğin ve itina yoksunluğunun hukukla bağdaştırılmasına olanak yoktur.

Böylece iddianameyi okur okumaz gözüme çarpan ikinci bir anomaliye temas etmenin zamanı gelmiş oluyor. İddianameye hakim olan hukuk anlayışı şöylece özetlenebilir: Recep Tayyip Erdoğan Refah Partilidir. Onun listesinden Belediye Başkanı olmuştur, hatta çoğu kimse ve çevrelere göre partinin genel başkanı Prof. Necmettin Erbakan'ın veliahtıdır. Refah Partisi kötü bir partidir. Toplum içinde kamplaşmaları tahrik etmiş, çatışma ve savaş ortamı yaratmıştır. Bu yüzden Milli Güvenlik Kurulu, 28 Şubat'ta Refah Partisi'nin sebep olduğu gidişata müdahale etmek gereğini duymuş, Refah Partisi'nin yöneticilerinin aymazlığı, buna karşı sürüp gitmiş, sonunda partinin kapatılması davası açılmıştır. Böyle bir partinin üyesi olduğuna göre, parti yüzünden toplumsal barışın kritik bir döneme girdiği sırada partinin düzenlediği bir toplantıya katılması ve orada konuşma yapması, onun iyiniyetli olmadığını gösterir. Son cümlenin son kısmı, bu açıklıkla dile getirilmiş olmamakla birlikte, iddianameye hakim olan mantığa göre parti üyesi, hatta partinin ileri gelen bir üyesi, partisinden farklı olamaz, ondan farklı amaçlar taşıyamaz. Bu sebeple hareketlerinin hukuksal değerlendirmesi yapılırken, partinin çizmiş olduğu çerçeve tayin edici faktör olur.

Bu muhakeme tarzı, Çağdaş Ceza Hukuku İlkelerine ve bundan esinlenen Anayasamıza aykırıdır. Anayasamız, 38.maddesinde ceza sorumluluğunun kişiselliği ilkesini koymuştur. Bunun ilk anlamı, başkasının fiilinden sorumlu olmamak ve sadece yaptıklarının hesabını vermek zorunda bulunmaktır. İddianamedeki mantığa uyulduğu takdirde sanık Recep Tayyip Erdoğan, mensubu olduğu parti yüzünden tecrim ve tecziye edilmek durumunda olacaktır. Başka bir deyişle yaptığı fiil, örneğin manevi unsurun bulunmaması yüzünden suç teşkil etmese bile, partinin mensubu olması yüzünden bir ceza tehdidi ile karşı karşıya kalabilecektir.

Oysa gerek benim kaleme aldığım bu mütalaada, gerek değerli hocam DÖNMEZER ile değerli meslektaşım ÖZEK'in raporlarında belirtildiği ve altı çizildiği gibi, sanığa yüklenen eylemde, ne TCK'nun 312.maddesinde, ne de bir başka Ceza hükmünde yer alan suçun unsurlarına rastlanamamıştır."

Prof. Dr. Doğan SOYASLAN da konu ile ilgili yaptığı inceleme sonucunda şu görüşleri dile getirmektedir :

"...Demokratik hukuk devletinde eleştiri bir haktır. Recep Tayyip Erdoğan, bu hakkı, hakkın sınırları içinde kullanmış, amacı aşan sözler sarfetmemiştir. Konuşma esnasında veya daha sonra kamu düzeni bozulmamış, bozulma tehlikesi bile doğmamıştır. O halde fiil, hukuka uygunluk sebebi içinde işlenmiştir. Suç olamaz.

(....)

Konuşmacı sözleriyle İslami inancın gereğini yapmak, başka bir anlatımla inanç ve ibadet hak ve özgürlüğünü kullanmak ve korumak için minarelerin süngü, kubbelerin miğfer, camilerin kışla, mü'minlerin asker olduğunu, din ve inanç özgürlüğünü kaldırmak isteyenlere karşı gereğinde yanardağ gibi patlayacaklarını ifade etmektedir.

Bu sözlerde şiddet yoktur. Konuşmacı hukuk tarafından tanınan hakkın icrasının engellenmesine karşı inançlı müslümanların haklarını koruyacaklarını söylemektedir.

(....)

Konuşmacının İslami bir siyasi rejim propagandası yaptığı kabul edilse bile bu fiil,Ceza Mevzuatımıza göre suç değildir. Çünkü Anayasanın 25 ve 26.maddelerine göre 'herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.' (md.25/1).

(....)

Anayasal nizamı değiştirmek için cebir ve şiddete başvurmayı teşvik etmeyen her türlü siyasi propaganda 1991 yılından beri suç değildir.

Kısaca Tayyip Erdoğan'ın konuşması İslami bir rejime yönelik değildir. Olsa bile suç değildir.

(....)

Fiilin Türk Ceza Kanunu'nun 312/2 maddesini ihlal ettiği de söz konusu olamaz. Herşeyden önce konuşma, Siirt ili gibi özelliği olan bir ilde yapılmaktadır. Halkın sınıflarını birbirlerine karşı tahrik bir tarafa, kardeşliğin sıkça ifade edildiği, herkesin müslüman olması dolayısıyla kardeş olduğu, Türk halkı arasında doğulu, batılı, Kürt, Türk, Laz, Çerkez gibi ayırımların yapılmaması anlatılmaktadır. Halkın çeşitli sınıfları birbirlerine karşı düşmanlık ve husumete değil, sevgi ve kardeşliğe teşvik edilmektedir.

Hitabetten çıkan başka bir anlam da konuşmacıya göre Türkiye'de müslümanlara inançlarının gereğini yerine getirme konusunda baskı yapıldığı, inanç özgürlüğünün engellenmek istendiğidir. Bu sözlerle Tayyip Erdoğan siyasi muhaliflerini eleştirmektedir. Kendilerine baskı yapıldığını iddia etmekte, bu baskıyı kabul etmeyeceklerini, bu konuda kimsenin kendilerini sindiremeyeceğini ve güçlerinin yetmeyeceğini ifade etmektedir.

(....)

Türk Ceza Kanunu'nun 312/2 maddesinde düzenlenen suç, bir tehlike suçudur. Sözkonusu tehlike, halkı oluşturan sınıflar arasında ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak birbirlerine karşı husumet ve kin doğurmaktır. Tayyip Erdoğan'ın konuşması, halkın sınıflarını birbirine karşı tahrik etmemekte, aksine müslümanlıkta herkesi birliğe, ayırımı ortadan kaldırmaya davet etmekte, ancak siyasi muhaliflere de bu memlekette inanç özgürlüğü bulunduğunu, kimsenin bu özgürlükleri ortadan kaldırmaya gücünün yetmeyeceğini söylemektedir.

Yukarıda belirtilen nedenlerle Tayyip Erdoğan'ın fiilinde herhangi bir suç unsuru bulunmamaktadır."

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bahri ÖZTÜRK de yaptığı değerlendirmede özetle şu görüşlere yer vermektedir:

"Kovuşturma konusu konuşmada, müsned suçun maddi unsuru oluşmamıştır. Bunun aksini iddia etmek, sadece hukukun ve Ceza Hukukunun evrensel ilkelerine aykırı olmakla kalmaz, akla ve mantığa da uygun düşmez. Zira konuşma bir bütün olarak ele alındığında AYIRICI DEĞİL tam tersine BİRLEŞTİRİCİDİR .

Bilindiği gibi Yargıtay'ımıza göre bir yazı, bir konuşma BİR BÜTÜN OLARAK değerlendirilir. O halde bir yazı veya konuşmanın sadece bir bölümü veya birkaç cümlesi dikkate alınarak değerlendirme yapılamaz; yapılırsa hukuka aykırı olur.

Bir şiirle başlayan ve yoğun dinsel motifler ihtiva eden kovuşturma konusu konuşmada düşmanlık değil, inananların kardeşliği teması işlenmiştir. Nitekim konuşmacının, konuşmasının sonunda, 'biz dinle beraber olmaya mecburuz; bizim aramızda Türk-Kürt, Laz-Çerkez, Arap-Beyaz, Doğulu-Batılı, Kuzeyli-Güneyli ayırımı olamaz; bizi birbirimize bağlayan bağlarımız var; ırk önemli değil; yarın öldüğümüzde bize 'kavmin nedir?' sorusu değil, Rabbin kim, nebin kim, dinin ne? sorusu sorulacaktır; öyleyse kardeşler, biz birbirimizi seviyoruz; Allah için seviyoruz; kardeşler biz bu toplumda 70 milyonu ayırt etmeden seveceğiz, seviyoruz ve hepimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşıyız; ancak inançlarımıza, düşüncemize kimse müdahale etmemeli, bizim için 780 bin kilometrekarelik vatan birdir, bütündür, parçalanamaz.' demiş bulunması bunun en açık kanıtıdır.

(....)

Öte yandan, bilindiği gibi, burada öngörülen suç, bir tehlike suçudur. Tehlike suçlarında kabul edilen temel kriter, somut ve yakın tehlikenin bulunmasıdır. Bir an için burada tahrik teşkil eden bir eylemin var olduğu kabul edilse dahi, bunun yakın ve somut bir tehlike teşkil etmediği apaçık ortada bulunduğundan, bunu ortaya koyan bir eylem ve dosyada bu eylemi kanıtlayan bir delil mevcut olmadığından, böyle bir ihtimalde dahi olayda cezalandırılabilecek bir fiil yoktur.

Suçun manevi unsuru özel kasttır. Bir başka ifade ile, müsned suçun manevi unsurunun oluştuğunun kabulü için, konuşmacının halkı; sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek kastıyla hareket etmiş olması aranır.

(....)

Yukarıda yapılan açıklamalar açıkça göstermiştir ki, takibat konusu konuşmada TCK m.312/2'de düzenlenen suçun hiçbir unsuru yoktur.

Konuşmacı, kovuşturma konusu konuşma ile Anayasa'da, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ile Divanın kararlarında şekillenen en temel insan haklarından olan düşünce ve din ve vicdan özgürlüğünü idrak etmiş ve bir siyasetçi olarak eleştiri hakkını kullanmıştır.

Konuşmada, yukarıda açıklanan sınırlar da aşılmış, ihlal edilmiş değildir."

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Mehmet Emin ARTUK, Yrd. Doç. Dr. Ahmet GÖKCEN ile Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dali Öğretim Elemanı Araştırma Görevlisi Ahmet Caner YENİDÜNYA da hazırladıkları hukuki mütalaalarında şu göreşleri ifade etmektedirler:

"Hemen belirtelim ki, dindar kesimin laik kesime karşı kışkırtılması, -konuşmada böyle bir tahrik olmamakla birlikte, bir an için olduğu kabul edilse bile- din farklılığı gözeterek halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiği anlamına gelmez ve 312/2. maddenin kapsamı dışında kalır. Çünkü laiklik, din değildir. Kaldı ki iddianamede 'dindar' ve 'laik kesim' diye ifade edilen grupların hepsinin dini aynıdır. Şu halde konuşmada din farklılığı gözetilmemiştir.

Yirmibir sayfalık bu hukuki mütalaada da 312.madde üzerinde ayrıntılı değerlendirmelerde bulunulmuş ve sonuç olarak Erdoğan'ın konuşmasında bu maddenin düzenlediği suçun hiçbir unsurunun oluşmadığı tesbitinde bulunulmuştur.

YARGI SÜRECİNİN SONUÇLANMASI VE VERİLEN KARAR

Davanın sonuçlanması öncesinde savcılık esas hakkında mütalaasını verirken, Recep Tayyip Erdoğan'ın bu konuşmasından ötürü dava açılmışsa da, Türkiye'de hukuk alanında otorite olarak kabul edilen bilimadamlarının da ifade ettikleri gibi, bu konuşmada herhangi bir suç unsuru bulunmadığını belirterek Erdoğan'ın beraatine karar verilmesini istemiştir. Erdoğan'ın avukatları da aynı doğrultuda görüşlerini ve beraat kararı verilmesini talep etmişlerdir.

Mahkeme Heyeti ise, 21 Nisan 1998 günü şu kararı vermiştir:

"Sanığın 'halkı din ve ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek' suçunu işlediği kanaatine varıldığından, eylemine uyan TCK'nun 312/2.maddesi uyarınca suçun işleniş özelliği ve sanığın kişiliği gözönüne alınarak takdiren BİR YIL SÜREYLE HAPİS CEZASIYLA VE 860.000-TL AĞIR PARA CEZASIYLA CEZALANDIRILMASINA,

Sanığın duruşmadaki hali, mahkemeye karşı tavrı, lehine hafifletici neden olarak kabul edildiğinden verilen ceza TCK'nun 59.maddesi uyarınca 1/6 oranında indirilerek ON AY SÜREYLE HAPİS ve 716.666-TL AĞIR PARA CEZASIYLA CEZALANDIRILMASINA,

Sanığın geçmişteki hali ve suç işleme eğilimine göre verilen cezanın ertelenmesine YER OLMADIĞINA,

Verilen cezanın paraya çevrilmesi halinde etkili olmayacağı ve sanığın kişiliği nazara alınarak sanığa verilen cezanın PARAYA ÇEVRİLMESİNE YER OLMADIĞINA,

(....)

Üye Hakim Yunus KARABIYIKOĞLU'nun aykırı görüşüyle oy çokluğuyla, Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.21.4.1998"

KARARIN KAMUOYUNDA YOL AÇTIĞI TARTIŞMALAR

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında verilen bu karara, pek çok farklı politik ve ideolojik düşüncelere mensup aydın, gazeteci, politikacı ve halktan yoğun tepkiler geldi. Günler boyu binlerce insan, Erdoğan'a destek gösterileri yaptı. Bu karar, Türkiye'de yargının bağımsız olmadığı ve siyasallaştığı tartışmalarını daha yoğun bir biçimde gündeme getirmiş bulunmaktadır. Pek çok hukukçu, Yargıtay'dan bu kararın bozulacağına kesin gözüyle bakmaktadırlar. Ancak birçok insan da bu kararın önceden verildiğini ve bu kararla, R.Tayyip Erdoğan'ın Türkiye siyaset hayatının dışına çıkarılmasının amaçlandığını düşünmektedir. Çünkü TCK'nın 312.maddesinden bir gün ceza almak bile, Siyasi Partiler Yasası gereği, ömür boyu siyasetten yasaklanmaya yol açmaktadır.

Erdoğan, bilindiği gibi Türkiye'nin en büyük siyasi partisi olan Fazilet Partisi'nin en güçlü lider adayıdır. Fazilet Partisi'nin tabanında binlerce insan, Erdoğan'ın partinin genel başkanlığını üstlenmesini istemektedir. Dolayısıyla bu karar, sadece bir kişinin düşünce özgürlüğünün ihlaline değil, hem Erdoğan'ın, hem de onun liderliğini isteyen binlerce insanın siyasal haklarının da ihlaline yol açmaktadır.

1997 yılında yaşanan gelişmeler Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ı Başbakanlık'tan istifaya zorlamıştı. Ardından Refah Partisi kapatılarak, Necmettin Erbakan ve 6 arkadaşına 5 yıl süreyle siyaset yasağı getirilmişti. Böylece bazı liderler Türkiye siyaset hayatının dışına çıkarılmıştı. Ardından DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'in ve ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Mesut Yılmaz'ın, haklarında açılan soruşturmalarla politikanın dışına çıkarılmalarının hedeflendiği değerlendirilmektedir. Tayyip Erdoğan da, bu karar kesinleştiği takdirde, siyasetin dışına çıkarılmış olacaktır. Askeri ve sivil bürokrasi bu operasyonlarla Türkiye'de siyaset hayatını yeniden düzenlemek istemektedirler.

Bu bakımdan Erdoğan hakkında verilen bu kararın, politik hesaplarla değil hukukun evrensel ilkelerine göre sonuçlandırılması için tüm ulusal ve uluslararası insan hakları savunucularının gerekli duyarlılığı göstermeleri gerekmektedir ve beklenmektedir. Böyle bir duyarlılık, Türkiye'deki geniş halk kitlelerinin, insan haklarının önemini kavramalarını ve insan hakları savunucularına daha çok güven duymalarını da sağlayacaktır. Bunun için de hiç değilse bundan sonraki süreçte yargı görevlilerinin hukukun evrensel ilkelerini ve insan haklarını gözeterek bir karara varmaları için kendilerine yardımcı olmak gerekmektedir.

TCK 312.maddesi ve Terörle Mücadele Yasası'nın 8.maddesi ile ilgili olarak hazırlanan bir mini düşünce özgürlüğü paketinin, sadece Erdoğan'ın yararlanmasını önlemek amacıyla süresiz olarak ertelendiğine ilişkin haberler basına yansımış bulunmaktadır. Bu gelişme bile tek başına, Erdoğan hakkında yargının bağımsız olarak çalışamayacağına ilişkin endişelerin artmasına yetmektedir.

MAZLUMDER

HUKUK BÜROSU

Ankara, 16 Ağustos 1998

ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ'NDEN R.TAYYİP ERDOĞAN'A DESTEK

Dünya genelinde insan hakları ihlallerini izleyen Uluslararası Af Örgütü, Siirt'te yaptığı bir konuşmadan dolayı 10 ay hapis cezasına mahkum edilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı R.Tayyip Erdoğan'a destek verdi. UAÖ Genel Sekreteri Pierre Sane, dönemin Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'ya bir mektup yazarak, R.Tayyip Erdoğan'ın mahkumiyetini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bulduklarını ve Erdoğan'ın mahkumiyetini, düşünce ve vicdanların mahkum edilmesi olarak gördüklerini ve Erdoğan'ın serbest bırakılması için ellerinden geleni yapacaklarını bildirdi. Türkiye'deki insan hakları örgütleri de bu kararı insan haklarına aykırı bulmuştu. MAZLUMDER ise, bu kararın, sadece Erdoğan'ın düşünce özgürlüğünün ihlali olarak değil, onun ve binlerce insanın siyasal haklarının da kısıtlanması olarak görmüş ve bu kararın, Türkiye'deki siyasal hayatın yeniden düzenlenmesi projesinin bir parçası olduğunu ifade etmişti. Bu mektuptan sonra Uluslararası Af Örgütü'nün Erdoğan için kampanya açması da beklenmektedir.

UAÖ Genel Sekreteri Pierre Sane'nin dönemin Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'ya gönderdiği mektubun tam metni şöyle:

"Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Pierre Sane, 31 Temmuz 1998 günü, Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'ya bir mektup göndererek, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından verilen hapis cezasını da içeren bazı hususlardaki kaygılarını ifade etmiţtir.

Recep Tayyip Erdoğan'a, 6 Aralık 1997 tarihinde, Siirt'te yapmış olduğu bir konuşmadan dolayı Türk Ceza Kanununun 312/2 maddesine istinaden 10 ay hapis cezası verilmiştir. Suç unsuru olarak ileri sürülen ve Ziya Gökalp'e ait bir şiirin sözkonusu dörtlüğünde hiçbir şiddet bulunmadığı ve şiddeti teşvik etmediği, ayrıca ilgili şiiri içeren kitabın, Milli Eğitim Bakanlığınca öğrenci ve öğretmenlere tavsiye edildiği açıkça bilinmektedir.

Yargıtay' a intikal etmiş bulunan sözkonusu davada Recep Tayyip Erdoğan için alınan mahkumiyet kararının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduğu açıktır. Eğer Yargıtay cezayı onaylar ve Recep Tayyip Erdoğan mahkum olursa, Uluslararası Af Örgütü, Erdoğanın mahkumiyetini, düşünce ve vicdanların mahkumiyeti olarak ilan edecek ve Erdoğanın serbest bırakılması için elinden geleni yapacaktır.

Bu bağlamda Uluslararası Af Örgütü, Türkiye'de dini ve siyasi ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına yönelik girişimlerin karşısında olduğunu bir kez daha vurgulamaktadır.

Dini alanda ifade özgürlüğünün ciddi ve ağır bir şekilde sınırlandırılmasına yönelik bir kanun taslağı, 1997 yılı Eylül ayı sonlarına doğru gündeme gelmiştir. Önerilen kanun tasarılarında, devletin temel yapısını ve egemenliğin mevcut karakterini ya da temel hak ve hürriyetlerin kullanımını dini esaslara göre değiştirmeyi amaçladığı savıyla liderlere 15 yıl, sivil toplum örgütü üyelerine ise 8 yıla kadar hapis cezası hükmü de bulunmaktadır. Ayrıca söz konusu yasa tasarısı, bu amaçlar çerçevesinde propaganda yapanlara 5 yıl ve bu amaçla yapılan gösterilere katılan kişilere ise 6 yıla kadar ağır hapis cezası öngörmektedir.

Bu tür hükümlerin tekrar ceza sistemi içerisinde yer alması, Türk Ceza Kanunu'nun hatırlanmak bile istenmeyen 163.maddesinin geri getirilmesi anlamına gelmektedir ki, Uluslararası Af Örgütü, söz konusu kanun maddesinin 1991 yılında kaldırılmasını sevinçle karşılamıştır.

Uluslararası Af Örgütü, dini duygularını açığa vurduğu için TCK'nun 163. maddesinden dolayı mahkum edilen kişileri düşünce mahkumu olarak ilan etmiş ve dini ifade özgürlüğü için dünya çapında kampanyalar yürütmüştür. Uluslararası Af Örgütü, bu tür baskıcı hükümlerin yeniden ceza sistemi içinde yer almasını, geriye gidiş konusunda vahim bir adım olarak kabul edecektir.

Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalayan bir taraf devlettir. AİHS'nin 10. Maddesi, ifade özgürlüğünü teminat altına almaktadır. Sözleşmede belirtilen ve şiddeti içermeyen düşüncelerin ifade edilmesi özgürlüğü, kanunlarla teminat altına alınmadığı ve bu tasarı yasalaştığı takdirde, söz konusu düzenlemeler çerçevesinde, herhangi bir kimsenin, şiddet içermeyen görüşleri yüzünden hapis cezasına çarptırılmasının, AİHS'nin ihlali anlamına geleceği hususunda kimsenin en ufak bir şüphesi dahi olmamalıdır.

Bu çerçevede Uluslararası Af Örgütü, vatandaşlarının, uluslararası insan hakları hukuku tarafından güvence altına alınmış olan ifade özgürlüklerinin kısıtlanmasına yönelik her türlü teşebbüsü reddetmesi konusunda Türk hükümetine çağrıda bulunmaktadır."

YAYIN BİLGİLERİKategori Adı MakalelerTarih 1998-08-28
Şube ve Temsilcilerimiz
mazlumder-genel-merkez
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER GENEL MERKEZ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk, No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (0212) 526 2440 | Faks: +90 (0212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4645102