Mültecilere Yapılan İnsanlık Dışı Muamele Ve Zulümlere Son Verilsin YETER ARTIK /EDİ BİSEKİNİN / ENOUGH İS ENOUGH

İki gün önce yeni bir mülteci katliamı haberiyle bir kez daha sarsıldık. Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi’nden çıkılan umut yolculuğunda batan mülteci teknesinde, aralarında çocukların da olduğu 39 mülteci daha hayatını kaybetti.

Buna ister facia, ister katliam diyelim, bu konudaki haberler ne ilk olma özelliği taşıyor ne de son olacağa benziyor. Üstelik ne bu katliamların doğru düzgün “katilleri”, sorumluları cezalandırılabiliyor ne de sorunun çözümüne ilişkin tatmin edici adımlar gündeme geliyor. 

Birleşmiş Milletler’in mülteci örgütü UNHCR, 2015’in başından bu yana deniz yoluyla Avrupa’ya gelen göçmen ve mülteci sayısının bir milyonu aştığı ve bir milyon 573 kişinin yüzde 80’inden fazlasının, çoğu Midilli üzerinden olmak üzere Yunanistan’a geçtiği belirtiliyor.

UNHCR tarafından açıklanan başka bir rapora rapora göre, 2013 yılı sonu itibariyle dünya genelinde zorla yerinden edilen mülteci, sığınmacı kişilerin sayısının II. Dünya Savaşı sonrası dönemde ilk defa 50 milyon kişiyi geçtiği ifade edilmiştir. Bu rapora, son iki yıl içinde göçe maruz kalanların sayısı ilave edildiğinde bu sayının 55 milyonu aştığı söylenebilir. 

Ülke içinde yerinden edilen – yani evlerini terk etmek zorunda kalan ancak hala kendi ülkelerinde bulunan – insanların sayısı 33.3 milyon kişi ile tarihi rekor sayıya ulaştığı bilinmektedir.


Giderek daha fazla sayıda göçmen ve mülteci Avrupa’ya ulaşmak için deniz yolculuğuna elverişsiz tekneler ve plastik botlarla risk alıyor. Bu tehlikeli geçişe girişenlerin büyük çoğunluğunun, uluslararası korumaya muhtaç, savaştan, şiddetten ve baskıdan kaçan insanlar olduğu bilinmektedir. Tespit edilebilen verilere göre sadece 2014 yılında deniz yolunu kullanarak Avrupa'ya geçişte ölen mültecilerin sayısı 3750 civarında olduğu raporlanmıştır.

Mültecileşme oranının her geçen gün geometrik artışlarla gerçekleştiği bu yıllarda aynı zamanda mültecilerin içinde bulunduğu durumda bir trajediye dönüşmüştür. 

Bu zorunlu göçler esnasında neredeyse her gün onlarla, yüzlerle ifade edilebilecek ölüm ve kayıp haberlerine tanık oluyoruz. Cenazeleri bile cemaatsiz defnedilen bu insanların maruz bırakıldıkları bu çaresizlik ve yalnız bırakılmışlığın sistematik bir istismar ve cinayete dönüştüğü gerçeği, görmezden gelinemeyecek boyutlara ulaşmıştır.

Tüm zorluk ve zorbalıklarla devam ede gelen bu zulüm; dünyanın gözleri önünde milyonlarca mülteciye, ölüm, sefalet ve trajedi yaşatılarak devam ediyor. Mülteci sayısında ve mültecilerin maruz bırakıldığı her türlü istismar ve yoksunlaştırma dâhil ölümcül sonuçlar üreten koşulların kötüleşmesinde yeni rekorlar kırılıyor. 

İçinde yaşadığımız çağın en büyük trajedilerinden ve sadece yaşandığı zamana ait olmayıp, tüm gelecek zamanları da etkisi altına alacak olan ölümcül sorunların en travmatik olanlarından birisinin de mülteci meselesi olduğu artık kabul edilmelidir.

Barışı, eşitliği, adaleti ve güven içinde yaşama imkânlarını tehdit eden çatışma ve savaşların ortaya çıkardığı mülteci sorununa yaklaşımlarda insanlık bir bütün halinde sınav vermektedir. Kendi rızası dışında Mülteci durumuna düşürülmüş bu mazlumların maruz bırakıldığı göç yolculukları, ölümcül sonuçları ve kendilerine dayatılan insanlık onuruyla bağdaşmayacak yaşam koşulları kabul edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır.  

Ayrıca, uluslararası haber ajansları tarafından dile getirilen bilgilere göre çoğunluğu Suriyeli olan 10 bin çocuğun AB ülkelerinde kayıp olduğu ifade edilmektedir. Sadece bu bilgi bile, bu insanların tahmin edilemez sorunların içinde tahammül edilemez trajediler yaşadığını göstermektedir. 

Bu insanların Mülteci konuma düşmelerine sebep olan aktörlerin, Amerika ve AB ülkeleri başta olmak üzere, mültecilere karşı tutumu ise, insani değerler ve insan hakları ilkeleri açısından utanç verici sonuçlar üretmeye başlamıştır.

Dünya Devletleri ve özellikle AB ülkeleri, mültecilerin girişini engellemek için gayri insani tedbirler almanın yanı sıra, mevcut yasalarını mülteciler aleyhine değiştirmeye başlamışlar, sınırlarına tel örgüler ve yeni duvarlar inşa etme girişimlerini hızlandırmışlardır.

Tüm bunlarla yetinmeyip İsveç’in 80 bin sığınmacıyı sınır dışı edeceği, Hollanda’nın mültecileri gemilerle geri gönderilmesini dile getirmeleri, Slovakya’nın sınırlı sayıda ‘Müslüman’ olmayan mültecilere ilgi göstereceği, İngiltere hükümetinin, arama-kurtarma misyonlarının göçmenleri cesaretlendirdiğini öne sürmesi ve Danimarka’nın ülkeye giren mültecilerin ziynet eşyasına el koyma kararı gibi tutumları insanlık adına utanç vericidir. Sadece bu yaklaşımlar bile insani değerler, ahlaki ilkeler ve haklar bağlamında en azından ilgili ülkelerin ayrımcılık, nefret suçları ve inançlara saygı konusundaki çifte standardını ortaya koymaktadır.

Geçtiğimiz aylarda Brüksel’de düzenlenen, mültecilerin gündem edildiği AB-Türkiye zirvesinde bir kez daha AB ülkelerinin mültecileri kendi sınırları dışında tutmayı birincil önemde gördükleri anlaşılmıştır. Türkiye dâhil tüm İslam coğrafyasının, insafsız duygularla dış dünyadan tecrit edilmiş ve açık mülteci kampı haline getirilmesinden rahatsız olmadıkları gibi çeşitli fonları da kullanarak teşvik ettikleri ve insan hakları kriterlerinin de söylemde kaldığı, bu toplantı sonuçları itibariyle bir kez daha teyit etmişlerdir.  

Hiç unutulmamalıdır ki bu coğrafyalarda süren savaşlar sona erdirilmedikçe, mültecilerin daha güvenli yaşam alanları arayışları devam edecektir. Bölgedeki savaşın sona ermesi için çaba göstermeyen devletler; başta mülteci kabul etmeyen Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan dâhil birçok İslam ülkesi ile ABD ve Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası teşkilatlar, Suriye de dâhil olmak üzere çatışma bölgelerinde ölen yüz binlerce insanın ve mültecilerin yaşadıkları trajediden sorumlu olacaklardır. 

İçinde yaşadığımız çağın bu büyük zulmünün sorumlularının ve faillerinin olmadığını iddia etmek kabul edilemez bir aymazlıktır. En başta bu insanları mülteci konumuna düşüren yerel siyasal iktidarların insan haklarını hiçe sayan yönetim anlayışları ve bu insanları mülteci konumuna düşüren çatışma ve savaş ortamının oluşmasına sebep olup bu ortamı sürdürmekte ve teşvik etmekte ısrar eden ülke hükümetleridir.

Esasen tek bir suçlu aramak veya başkasını suçlamak yerine, herkes kendini sorgulamalıdır. Devlet, toplum, sivil toplum kuruluşu veya birey olarak her birimiz bu sorumlulukta pay sahibi olduğumuzu unutmamalıyız.


MAZLUMDER MÜLTECİ HAKLARI MERKEZİ olarak, tüm bu sebep, şartlar ve tutumları dikkate alarak;

  • Herkesin, zulüm karşısında başka ülkelerde sığınma talebinde bulunma ve sığınma olanağından yararlanma hakkına sahip olduğu evrensel bir kriter olarak kabul edildiğini bir kez daha hatırlatıyoruz.

  • Uluslararası hukukun genel bir prensibi olarak yürürlükte olan anlaşma ve sözleşmeler, bu anlaşmanın tarafları için bağlayıcı olduğu gibi, mağdur ve mazlum olanlar lehine iyi niyetle uygulanmayı da gerekli kılmaktadır.

  • Mültecilerin 1951 Tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi ve diğer uluslar arası belgelerden doğan bir takım haklarını askıya alan her çalışma ve tutuma derhal son verilmelidir.

  • Türkiye 1951 Tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesine koyduğu coğrafi bölge şartı çekincesini daha fazla gecikmeye mahal vermeksizin kaldırmalıdır. Bütün din ve medeniyet iddialarımız ile taban tabana zıt olan bu durumun daha fazla sürdürülmesi mümkün değildir.

  • Avrupa Birliği Ülkeleri, bu krize derhal müdahale ederek tüm mülteci politikasının gözden geçirmeli ve iyileştirici önlemleri bir an evvel yürürlüğe koymalıdır. Aynı ülkeler mülteci olarak ülkelerinde bulunan insanların, her türlü ayrımcılığa ve nefret suçlarına maruz kalmayacağı önlemleri almalıdır.

  • AB'nin mülteci politikasını, baştan sona gözden geçirmesi gerektiği gibi Mülteciler aleyhine sonuçlar üreten Dublin II Anlaşmasını da iptal etmesi artık bir zorunluluk haline gelmiştir.

  • Savaş ve çatışmaları besleyen tüm şartlar ortadan kaldırılmalı, sınırlardaki gayri insani uygulamalara son verilerek mültecilerin geçişlerini engelleyen uygulamalar terk edilerek güvenli ve onurlu geçiş imkânları için devletler her türlü tedbiri almalıdır.

En temel insani haklarından mahrum bırakılan mültecilerin, bu duruma düşmelerinde ve bu insanlık dışı koşullara mahkûm edilmesinde, ahlaki, vicdani, insani değerleri hiçe sayan ve imza altına alınan evrensel insan hakları değerlerini askıya alan her ülke, insanlık suçu işledikleri inancından kurtulamayacaklardır.

Bu vesileyle tüm duyarlı kişi ve örgütleri mültecilerin içinde yaşadıkları bu zor ve insanlıkdışı koşulların ortadan kaldırılması için daha yüksek tepkiler ve etkinlikler yapmaya davet ediyoruz.


MAZLUMDER Mülteci Hakları Merkezi

FAALİYET BİLGİLERİKategori Adı Basın AçıklamalarıTarih 2016-02-02
Okunma Sayısı : 2961
Şube ve Temsilcilerimiz
mazlumder-genel-merkez
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER GENEL MERKEZ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk, No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (0212) 526 2440 | Faks: +90 (0212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4345758