MAZLUMDER Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, son günlerde yaşanan başörtüsü sorunu va kamusal alan tartışmalarına ilşkin aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:
"Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı tarafından verilen 29 Ekim Resepsiyonu'nda yaşanan ve kamusal alan tartışmaları ile devletin zirvesine yerleşen başörtüsü sorunu, Yargıtay 4. Ceza Dairesinin bir duruşmada başörtülü sanığın ifadesini almayı, mahkemenin kamusal alan olduğu gerekçesiyle reddetmesi ile yeni bir boyut kazanmıştır. Bireysel hak ve özgürlüklerin bir parçası olan din özgürlüğü alanı, söz konusu yorumlarla birlikte iyice daraltılmakta ve yargı mekanizmalarına totaliter bir hukuk mantığı kazandırılmak istenmektedir. Kamu hizmeti, kamu görevlisi gibi hukuki kavramların bile içinin doldurulamadığı Türkiye'de, iç hukukta tarifi dahi yapılmamış ve esasen siyaset biliminin bir kavramı olan kamusal alan teriminin, özellikle devlet seçkinleri tarafından başörtüsü söz konusu olduğunda gündeme getirilmesiyle asıl hedeflenen şey, devletin sivil ve özel alanı tamamen kuşatarak bireysel özgürlükleri vicdanlara hapsetmesini sağlamaktır. Kamusal alan bahanesiyle devletin hakimiyet alanı genişletilmek istenmekte ve özellikle inanç sahiplerinin dini sembolleri hayatın hemen hemen her alanında kullanmaları engellenmeye çalışılmaktadır. Bu kavram, kişisel yorumlara açık olduğuna göre, başörtülü vatandaşlar kamu görevlilerinin insafına terk edilmektedir. Bir başka kurnazlık da, kamu hizmeti alanların değil, ancak kamu hizmeti verenlerin kılık kıyafetlerinin yasal olarak düzenlenebileceğinin savunulmasıdır. Bu mantık, aslında kamuda başörtülü olarak hizmet vermenin önüne geçilmesini amaçlayan yasakçı bir anlayıştır ve hiçbir şekilde insani değerlerle ve insan hakları ilkeleriyle bağdaştırılması mümkün değildir.
Türkiye'nin kanayan yarası haline gelen başörtüsü sorunu, güç odakları tarafından siyasi bir kaos oluşmasına zemin hazırlamak amacıyla malzeme olarak kullanılmak istenmektedir. Bu kaygılarımız, AB Türkiye İlerleme Raporu'nda başörtüsü sorununa, ülkedeki ifade özgürlüğü, dini özgürlükler veya kadın ayrımcılığı gibi sorun analizleri içinde yer verilmemesi ile bir kat daha artmıştır. Başörtüsü sorununun, en az dini azınlıkların yaşadıkları din ve örgütlenme özgürlüğü sorunları kadar rapora girmemesi oldukça düşündürücüdür.
Başta Fransa olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde de başörtülü olarak eğitim yapılmasının engellenmesine yönelik girişimler de son derece tehlikelidir ve bu ülkelerdeki dini azınlıkların temel haklarını kısıtlayıcı özellik taşımaktadır. Özellikle 11 Eylül saldırıları sonrası bazı Avrupa ülkelerinin güvenlik kaygılarını ön plana çıkararak Müslüman toplumun temel haklarını sınırlayıcı uygulamalarda bulunması, uzlaşma ve barış kültürünü zedeleyecek özellikler taşımaktadır.
Yargıtay Başkanının dün basına yansıyan bilimsellikten uzak ve çelişkili değerlendirmeleri, hem, bugüne kadar pek çok yargı yetkilisinin de ifade ettiği gibi yargının gerçekten bağımsız olmadığının bir göstergesidir; hem de esasen insan haklarını korumak için var olması gereken yargının, bundan sonra daha çok ve büyük çaplı ihlallere aracılık edeceğine ilişkin kaygılarımızı artırmaktadır. Çünkü yargının en üst düzey yetkilileri bile bu kadar, sadece hukuk dışı değil, aynı zamanda kanun dışı yaklaşımlar sergileyebiliyorlarsa, açıkça Türk Ceza Kanununa aykırı hareket ederek suç işlemiş olan Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı hakkında da hiçbir işlem yapılamayacak demektir. Oysa Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanının kararının hukukun temel normlarına, insan hakları değerlerine ve ceza hukuku mevzuatımıza aykırı olduğu açıktır. Her şeye rağmen yargı kurumlarına totaliter kanun mantığının değil, özgürlükçü hukuk değerlerinin egemen olmasına ilişkin umutlarımızı hala korumak ve gerekenin yapılacağını ummak istiyoruz."