TÜRKİYENİN KATILIM YÖNÜNDE İLERLEMESİ ÜZERİNE

TÜRKİYE'NİN KATILIM YÖNÜNDE İLERLEMESİ ÜZERİNE

2001 DÜZENLİ RAPORU

B. Üyelik kriterleri

1. Güçlendirilmiş siyasi diyalog ve Siyasi kriterler

Giriş

Haziran 1993'te Kopenhag AB Konseyi tarafından belirlenen, aday ülkelerce katılım için yerine getirilmesi gereken siyasal kriterler, bu ülkelerin "demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıkların sayılmasını ve korunmasını garanti eden kurumların istikrarını" sağlamış olmasını öngörmektedir.[1]

Türkiye'nin katılım yönünde ilerlemesi üzerine 2000 düzenli raporunda, Komisyon şu sonuca varıyordu:

"Son düzenli rapordan bu yana olumlu bir gelişme, Türk toplumunda, AB'ye katılım amacıyla gerekli olan siyasal reformlar konusunda geniş çaplı bir bir tartışmanın başlamış olmasıdır. Bu bağlamda iki önemli girişimde bulunulmuştur: bazı uluslararası insan hakları belgelerinin imzalanması ve İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu'nun çalışmasının hükümetçe kısa bir süre önce onaylanması. Ancak, geçen yıla kıyasla, temel durumda pek az iyileşme olmuştur ve Türkiye'nin durumu Kopenhag siyasal kriterlerine hâlâ uygun değildir."

"Bir demokratik sistemin temel özellikleri var olmaya devam etmektedir, fakat Türkiye demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü garanti etmek için gereken kurumsal reformların uygulanmasında yavaş davranmaktadır. AB-Türkiye ilişkileri açısından yürütmede değişiklikler olmuştur, fakat ordu üzerinde sivil kontrol gibi bazı temel kurumsal sorunlar henüz ele alınmamıştır. Yargı ile ilgili olarak, devlet memurlarının yargılanmasını kolaylaştıran yeni prosedür cesaret verici bir gelişmedir. Geçen yılın düzenli raporunda söz edilen, yargının işleyişine ait önemli yasa tasarıları hâlâ sonuçlanmamıştır. Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile ilgili olarak, Haziran 1999'daki son reformdan beri herhangi bir ilave gelişme olmamıştır. Yolsuzluk bir kaygı konusu olmaya devam etmektedir."

"Ölüm cezası, Abdullah Öcalan davası dahil, infaz edilmemektedir, fakat insan haklarının genel durumu bir çok bakımdan endişe verici olmaya devam etmektedir. Konunun yetkili makamlar ve parlamento tarafından ciddiye alınmasına ve insan hakları alanında eğitim programları uygulanmasına rağmen, işkence ve kötü muamele kökü kazınmış olmaktan uzaktır. Türkiye cezaevi sisteminde önemli bir reform yapmaya hazırlanmakta olsa da, cezaevi koşulları düzelmemiştir. İfade, örgütlenme ve toplantı özgürlükleri hâlâ sürekli olarak kısıtlanmaktadır. Din özgürlüğü açısından, gayri Müslim topluluklara yönelik olumlu bir yaklaşım benimsenmiş görünüyor, fakat bu yaklaşım, Sünni olmayan Müslümanlar dahil, bütün dinsel topluluklar için geliştirilmelidir."

"Geçen yıla kıyasla, ekonomik, sosyal ve kültürel haklara ilişkin durum, özellikle etnik kökene bakılmaksızın bütün Türkler için kültürel haklardan yararlanma söz konusu olduğunda, iyileşme göstermemiştir. Nüfusun ağırlıklı olarak Kürt olduğu güneydoğuda durum pek fazla değişmemiştir."

Aşağıdaki bölümde, siyasal Kopenhag kriterleri perspektifinden, yürütmenin ve yargı sisteminin genel işleyişi dahil, ülkedeki genel durumun yanı sıra, son düzenli rapordan bu yana olan gelişmeler hakkında bir değerlendirme sunulmaktadır. Bu bağlamdaki gelişmeler, Türkiye'nin, adalet ve içişleri sahası başta olmak üzere, müktesebatı uygulama yeteneğiyle bağlantılıdır. Türkiye'nin adalet ve içişleri sahasındaki müktesebatı uygulama yeteneğinin gelişimi hakkında spesifik bilgiler, bu raporun B.3.1. kısmının ilgili bölümünde (Başlık 24 - Adalet ve içişleri sahasında işbirliği) bulunabilir.

Son gelişmeler

MBUP'de önemli siyasal reformlar ilan edildi ve bunlar anayasa değişikliklerine dahil edildi. Şimdi dikkatler, bu değişikliklerin fiilen uygulanmasına dönmüştür.

Türkiye'nin Kasım 2000 ve Şubat 2001'de yaşadığı ciddî malî ve ekonomik bunalımlar, Türk vatandaşları için ağır sıkıntıya yol açtı. Söz konusu bunalımlar nedeniyle önemli zorluklarla karşılaşan hükümet, yurt içinde ve dışında yeniden güven sağlamaya çalıştı. Ekonomik politikanın koordinasyonu için, ekonomiden sorumlu yeni bir Devlet Bakanı'na, Bay Kemal Derviş'e görev verildi ve hükümet, 2 Mart 2001 tarihinde, önemli bir malî ve ekonomik reformlar paketini kabul etti. IMF ve Dünya Bankası tarafından malî destek sağlandı ve 2001'in ikinci çeyreğinde, yeni ekonomik planın çeşitli öğelerini uygulamaya koyan çok sayıda yasa hızla kabul edildi. Bu reformlar, bunalımın aşılması ve AB üyeliği için ekonomik kriterlerin yerine getirilmesi amacına yöneliktir.

Parlamento Uzlaşma Komitesi'nin çalışmalarından hareketle ve partiler arasında güçlü bir uzlaşma temelinde, MBUP'nin kabul edilmesinden sonra, anayasal reform süreci başlatıldı. 1982 Anayasası'nda, düşünce ve ifade özgürlüğü, işkencenin önlenmesi, sivil otoritenin güçlendirilmesi, örgütlenme özgürlüğü ve kadın-erkek eşitliği gibi konularda yeni hükümler getiren otuz dört madde değişikliğinden oluşan paket, 3 Ekim 2001 tarihinde kabul edildi. Bu değişiklikler arasında kimileri, Kopenhag siyasal kriterleriyle, Katılım Ortaklığı ve MBUP ile, bağlantılıdır.

Türk hükümeti, anayasa değişikliklerini hayata geçirmek için yeni mevzuat tasarılarına son şeklini vermektedir. Bu reformlara ve onların içermelerine ilişkin bir ön analiz bu raporda verilmiştir.

Aşağıda medenî ve siyasî haklar kapsamında tartışılan cezaevi reformu, Aralık ayında cezaevlerinde meydana gelen şiddetli olaylar sonrasında ve 40 kadar ölüme yol açmış olan açlık grevlerinin sürmesi nedeniyle, raporlama döneminde önemli bir konu olmuştur.

Siyasal düzeyde, Haziran ayında Anayasa Mahkemesi tarafından Fazilet Partisi'nin kapatılması, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin sorunları ortaya koydu ve parti kuruluşlarında değişimlere yol açtı. Kimi bakanların değişmesine karşın, koalisyon hükümeti devam etmiş, ekonomik ve siyasal reformlar üzerinde uzlaşmaya varmıştır.

Türk hükümeti, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunmasına yönelik çabalarına destek ifade etti. Fakat bu destek beyanları, henüz süreçte ilerleme sonucunu vermiş değildir. Hattâ, hükümet, Kıbrıs Türk toplumu liderinin geçen yıl sürmekte olan dolaylı görüşmelerden çekilme kararı alması ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından Eylül 2001'de New York'ta görüşmelere katılma yönünde yapılan bir daveti geri çevirmesi için anlayış ve destek ifade etti.

Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ile ilgili kararlara Türkiye'nin katılımı, çözülmemiş bir konu olarak kaldı. AB, halen AGSP'yi uygulamaya koymak için ilave adımlar atmaktadır. NATO olanaklarını ve yeteneklerini kullanarak AB öncülüğünde yapılacak operasyonların niteliği ve işlevleri ile ilgili konular üzerinde, AB-NATO bağlamında olduğu gibi, AB ile (Türkiye dahil) AB üyesi olmayan altı Avrupalı NATO üyesi arasında da çeşitli toplantılar yapıldı. AB öncülüğündeki operasyonlara ilişkin kararlara katılma usulleri konusunun çözülmesinde Türkiye'nin daha açık olması gerekir.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler gelişmeye devam etmiş olup, iki ülkenin temsilcileri arasında yapılan çeşitli toplantılarda bir takım ortak girişimler karara bağlanmıştır.

Türkiye, 11 Eylül 2001'de Amerika Birleşik Devletleri'nde meydana gelen saldırılar sonrasında terörizme karşı mücadeleye tam destek vermiş ve yetkililer, askerî olanaklar sunmayı taahhüt etmişlerdir. 21 Eylül 2001'de yapılan Olağanüstü AB Konseyi'nin kararlarını onaylayan ilk aday ülkelerden biri Türkiye olmuştur.

1.1. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü

Parlamento

3 Ekim 2001 tarihinde, Türk Parlamentosu, kendi içindeki Uzlaşma Komisyonu tarafından hazırlanmış olan 34 maddelik bir anayasa değişikliği paketini kabul etti. Bu değişikliklerin bir bölümü, Türkiye'nin Katılım Ortaklığı önceliklerinden kimilerini yerine getirmek için zemini hazırlamaya yönelik olup, aşağıda ilgili başlıklar altında değerlendirilmiştir. Parlamento, hızlı ve etkili bir biçimde çalıştı ve değişikliklerin çoğu için bütün partilerin geniş desteği vardı. Ancak, sürecin sonunda, parlamenter dokunulmazlığını sınırlayan bir değişiklik önergesinin reddedilmesi, kamuoyunda eleştiri konusu oldu.

Daha önce, 2001 baharında, Türk Parlamentosu, özellikle ekonomik ve malî bunalımlara yanıt olarak, bir dizi yeni yasa çıkarmak üzere hızla hareket etti. Bu yasalar, Türkiye'nin ivedi ekonomik programının gerekli kıldığı ve MBUP'nin öngördüğü kimi reformları başlatmış oldu.

Ekim 2000 ve Haziran 2001 arasında, toplam 117 yeni yasa kabul edildi. Aynı dönemde, Parlamento kendi içtüzüğünü basitleştirdi ve AB bütünleşmesi için bir Parlamento Komisyonu kurulmasını tartıştı.

22 Haziran 2001'de, Anayasa Mahkemesi, laikliğe aykırı faaliyetler gerekçesiyle, ana muhalefet partisi konumunda olan Fazilet Partisi'nin kapatılmasına karar verdi. Bu karar, iki yeni siyasal partinin - Saadet Partisi ve AK (Adalet ve Kalkınma) Partisi - kurulmasına yol açtı. Yeni yasama döneminin başında, Ekim 2001'de, Türk parlamentosunda 6 parti temsil edilmekteydi.

Yürütme

Şimdiki üç partili koalisyon hükümeti, 2 yıldan uzun bir süredir görev yapmaktadır. Bir kaç gensoru önergesini ve kendi içinde yaşanan kimi gerilimleri aşabilmiştir.

Cumhurbaşkanı, esas olarak Anayasa ile uyumlu olmadıkları gerekçesiyle, dört yasa ve iki kararnameyi veto etti. Yapılan bir anayasa değişikliği, bu veto hakkını tadil etmiştir; bundan böyle Cumhurbaşkanı bir yasanın tamamını veya bir kısmını veto edebilecektir.

AB Genel Sekreterliği, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın sorumluluğuna verilmiş olup bir yıldan beri işlemektedir. 19 Mart 2001 tarihli bir kararnameyle, Türkiye'nin MBUP'sini uygulama, eşgüdümleme ve izleme görevi AB Genel Sekreterliği'ne verildi. Bu kararnameye göre, kamu kurum ve kuruluşları, MBUP kapsamında sorumluluklarını yerine getirmek için idarî düzenlemeler yapmakla yükümlüdürler. Ayrıca, kendi karar alma süreçlerinde AB boyutuna yer vereceklerdir. AB mevzuatının aktarılmasını ve uygulanmasını eşgüdümlemek için dokuz bakanlıklar arası alt-komite kurulmuştur. Kimi bakanlıklar, AB'ye katılım öncesi süreçle ilgili görevler yapmak üzere yeniden yapılandırılmıştır. Örnek olarak, Adalet Bakanlığı 15 Mayıs 2001 tarihli bir yasayla yeniden örgütlendirilmiştir.

Raporlama döneminde, ordu üzerinde sivil kontrolün artmasına ilişkin pek az işaret olmuştur (bkz. ayrıca Millî Güvenlik Kurulu başlığı altındaki bölüm).

Yargı sistemi

Yargı sisteminde bir dizi değişiklik olmuştur:

- 15 Mayıs 2001'de yeni bir yargısal işlev olarak ceza infaz hakimlikleri kuran bir yasa kabul edildi. Bu hakimler, tutuklu ve hükümlüler tarafından kendi haklarıyla ilgili olarak yapılan şikayetleri incelemekle sorumlu olacaklardır. Ülkedeki ceza mahkemeleri içinde yer almak üzere 140 ceza infaz hakimi atanması için düzenlemeler yapılmıştır.

- Yargı sisteminde, fikrî mülkiyet haklarına ilişkin konularda uzmanlaşmış 12 daire kuruldu (26 Mart 2001 tarihinde kabul edilen yasa).

- Ankara, İzmir ve İstanbul mahkemelerinde, tüketicinin korunmasıyla ilgilenen yargı birimleri oluşturuldu (25 Aralık 2000 tarihli yasa).

Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili olarak 1999 yılında kabul edilen anayasa ve yasa değişiklikleri yürürlüğe girmiştir.

Bu değişikliklerin bir sonucu olarak, şimdi Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin bütün üyeleri, sivil yargıdan atanmaktadır. Ancak, bu mahkemelerde adil yargılamayı sağlamak için çözülmesi gereken, örneğin avukatlara erişim ve bu mahkemelerin sivillere yönelik yetkisi gibi konularda, bir takım sorunlar devam etmektedir.

Askerî mahkemeler ile ilgili olarak, geçen yıl boyunca, ifade özgürlüğünün suistimal edilmesi iddialarıyla, 38 sivil vatandaşı içeren 22 dava askerî mahkemelerce görülmüştür.

Çocuk mahkemeleriyle ilgili olarak, bu mahkemelerin yapısı ve yetkisi bakımından hâlâ bir sorun vardır. Sayıları çok sınırlı olduğundan, davalar uzun sürmekte ve bir yığılma ortaya çıkmaktadır. Ancak, genç suçlulara ilişkin yasal hükümlerin ve yaptırımların tadil edilmesine yönelik önemli bir yeni proje başlatılmıştır.

Uygulamada yargının bağımsızlığı konusunda devam eden bir kaygı vardır. Örneğin yolsuzluk davalarında, özellikle devlet memurlarının yargılanması ile ilgili olarak, hakimler ve savcılar üzerinde baskı uygulanmıştır. Atamalar ve yükseltmelerden sorumlu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na Adalet Bakanı'nın başkanlık etmesi, yargı ve yürütme arasındaki güçler ayrılığına gölge düşürmektedir.

Ceza Kanunu ve Ceza Usul Kanunu ile ilgili değişiklik tasarıları üzerinde içsel danışmalar sürmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları ile ilgili olarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) aykırı bulunan mahkumiyetlerin sonuçlarını telafi etmek için Türkiye'nin mevzuatında düzenleme yapılması gereklidir. Bu konu, 23 Temmuz 2001'de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen 106 sayılı Ara Karar'da vurgulanmıştır. Ceza Usul Kanunu çerçevesinde, iptal edilen davaları yeniden açma veya Sözleşme ihlallerini düzeltmek amacıyla başka herhangi bir eylemde bulunma imkânı hâlâ yoktur. Mahkumiyet sonucunda kısıtlanan medenî ve siyasî hakların iadesini, davaların yeniden açılmasını ve ceza kayıtlarının silinmesini sağlamak için başka düzenlemeler gereklidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 17 Temmuz 2001 tarihli kararı[2], adil yargılama yokluğunun nasıl telafi edilebileceği konusunu aydınlatmaktadır. Anayasa'nın 36ncı maddesinde yapılan değişiklik, adil yargılama hakkını açıklığa kavuşturmuş ve cezaî, hukukî ve idarî usulsüzlük konusunda kanunlarda yapılması gereken değişikliklerin yolunu açmıştır. Ayrıca, AİHM kararlarının dolaysız geçerliliği sorunu da devam etmektedir. (Anayasal reform paketi, bu konulardan hiç birine yönelik herhangi bir düzenleme getirmedi.)

Kamulaştırma davalarında, tazminatın gecikmesi durumunda ödenen yasal faiz oranlarının yükseltilmesine ilişkin 1998'de kabul edilen yasanın uygulamaya konulması, olumlu bir gelişmedir. Bu konu, 18 Eylül 2001 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin çeşitli kararlarının odağında olmuştur. Söz konusu yasa, faiz oranlarını enflasyona bağlamak üzere hazırlanmıştır. Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymasını hızlandırmak için başka önemli tedbirler de alınmalıdır.

Yargının işleyişi konusunda, hakimler, savcılar ve yargı personeline yönelik çok sayıda kurs düzenlenmiştir. Verilen eğitim kapsamında, AT hukuku ve insan hakları, yabancı dil kursları, Avrupa ile ilgili konular ve ayrıca uluslararası işbirliği ve adlî tıp üzerinde yoğunlaşan seminerler vardır. Halen, eğitim kurslarının çoğu, Hakimler ve Savcılar Eğitim Merkezi tarafından düzenlenmektedir, fakat başka bazı girişimler de olmuştur: örneğin, hakimleri AT hukuku alanında eğitmek için bir Yunan-Türk işbirliği girişimi. Türk Anayasa Mahkemesi'nin onaltı üyesi, Eylül 2001'de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ni ziyaret ettiler.

Özet olarak, kimileri daha önceki düzenli raporlarda bildirilen bir dizi girişim, yargı sistemini yeniden düzenlemeye ve etkinliğini arttırmaya başlamıştır. Türkiye'nin cezaevi reformunda, ceza infaz hakimliğinin kurulması yoluyla yargıya bir rol verilmiştir. Yargının yürütmeden bağımsızlığını garantilemek, devlet güvenlik mahkemeleri ve askerî mahkemeler sisteminde daha fazla reform yapmak ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ihlalleri için telafi imkânını getirmek ihtiyacı sürmektedir. Yargı personelini ve güvenlik güçlerini insan hakları konularında bilinçlendirmek için bir takım girişimler başlatılmıştır, fakat bunların pratik etkisini değerlendirmek için henüz çok erkendir.

Yolsuzluğa karşı tedbirler

Cumhurbaşkanı Sezer, yolsuzluğun Türkiye'yi etkileyen en ciddî sorunlardan biri olduğunu söylemiş ve yolsuzluğa karşı mücadeleye desteğini vermiştir.

Türk hükümetinin Nisan 2001 tarihli ekonomik programında yolsuzluğa karşı bazı tedbirler yer almaktadır. Bunların amacı:

- kamu kesiminde kaynak tahsisinde saydamlığı ve hesap verme sorumluluğunu sağlamak;

- ekonominin yönetiminde siyasal müdahaleleri önlemek;

- iyi yönetimi ve yolsuzluğa karşı mücadeleyi güçlendirmektir.

Devlet bankalarının bağımsızlığını güçlendirmek, ihale kurallarını müktesebat ile uyumlulaştırmak ve enerji piyasasının saydam koşullarda liberalleştirilmesini sağlamak için girişimler yapılmaktadır. Özellikle enerji, bayındırlık işleri, konut yapımı ve bankacılık sektörlerinde, yüksek düzeyde yolsuzluk soruşturmaları başlatılmıştır.

Hükümet, kapsamlı bir strateji geliştirmek için, yolsuzluk konusunda yüksek düzeyli bir yönlendirme komitesi kurmuştur. 21 Eylül 2001'de, Dünya Bankası'nın desteklediği bir konferansta bir eylem planı tartışıldı.

İçişleri Bakanlığı'nın desteğiyle, bağımsız bir kurum (TESEV) tarafından, Türkiye'de yolsuzluğun kapsamını belirlemek için ülke çapında bir anket yapıldı. Yolsuzluğa katkıda bulunduğu belirlenen etkenler arasında, düzgün biçimde uygulanan bir yaptırımlar sisteminin yokluğu, hantal bir bürokrasi ve yolsuz uygulamaların geniş kabul görmesi bulunmaktadır. Ayrıca, Dünya Bankası raporunda, bürokrasideki usulsüz uygulamaların dolaysız yabancı yatırımlar önünde büyük bir engel oldukları belirtiliyordu. Rapor, kamu ihalelerinde siyasal partilere bağış istenmesi uygulamasına da dikkat çekiyordu.

Haziran 2001'de, Parlamento, yolsuzluk davalarında devlet memurlarının yargılanmasıyla ilgili yasayı tadil etti. Bu yasaya göre, savcı, yolsuzluk iddiaları üzerine dava açmak için ilgili makamdan izin isteyecekti. Cumhurbaşkanı Sezer, yolsuzluk olaylarında devlet memurlarının dokunulmazlığını arttıracağı gerekçesiyle bu yasayı veto etti. Parlamento, bu tür olaylarda parlamenter dokunulmazlığını sınırlayan anayasa değişikliği önerisini reddetti.

27 Eylül 2001'de, Türkiye, Suç Yoluyla Elde Edilen Kazançların Aklanması, Aranması, Tutulması ve Müsadere Edilmesi Hakkında Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ni ve yine Avrupa Konseyi'nin Yolsuzluk Hakkında Medenî Hukuk ve Ceza Hukuku Sözleşmeleri'ni imzaladı. Türkiye, uluslararası ticarî işlemlerde rüşvet hakkında OECD Çalışma Grubu tarafından yolsuzluğa karşı alınan tedbirlerin izlenmesine de katılmaktadır.

Millî Güvenlik Kurulu

Anayasa reform paketi kapsamında, Millî Güvenlik Kurulu'nun işlevi ve bileşimine dair 118inci madde hükmü tadil edilmiştir. MGK'nin sivil üyelerinin sayısı, beşten dokuza çıkarılmıştır. Askerî temsilcilerin sayısı ise beşte kalmıştır. Ayrıca, yeni metin, bu organın istişarî niteliğini vurgulamakta, işlevinin tavsiye vermekle sınırlı olduğunu belirlemektedir. Hükümet, artık, bu tavsiyeleri "öncelikle dikkate almak" yerine, onları "değerlendirmek" ile yükümlüdür. Bu anayasal değişikliğin ordu üzerindeki sivil denetimi ne ölçüde arttıracağını izlemek gerekecektir.

Son düzenli rapordan bu yana, Millî Güvenlik Kurulu, çeşitli devlet işleri ve politikaları hakkında, örneğin MBUP, Kıbrıs konusu, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası, laikliğe karşı faaliyetler ile mücadele etmeye yönelik tedbirler, temel öğretimde zorunlu yaş sınırının yükseltilmesi, çeşitli illerde olağanüstü hâl, devlet şirketlerinin (örneğin Türk Telekom) özelleştirilmesi, son toplumsal ve ekonomik gelişmeler ve anayasal reform paketi konularında görüşlerini bildirmiştir. MGK, "sosyal huzursuzluk" riskine karşı da uyarıda bulunmuştur.

Millî Güvenlik Kurulu tarafından tasarlanan Güneydoğu için eylem planı, açıkça ilan edilmiş değildir fakat sivil makamlarca uygulanmaktadır.

TV ve radyo için yasal çerçeveyi tadil eden ve Haziran 2001'de Cumhurbaşkanı Sezer tarafından geri çevrilen yasa, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'na Millî Güvenlik Kurulu'nun bir temsilcisinin atanmasını öngörüyordu. Şimdi bu yasa yeniden hazırlanmaktadır. Yasanın yeni şeklinin Avrupa standartlarına uygun olması önemlidir.

1.2. İnsan hakları ve azınlıkların korunması

Son anayasa değişiklikleri, insan hakları ve temel özgürlükler alanındaki güvencelerin güçlendirilmesi ve ölüm cezasının sınırlandırılması yönünde anlamlı bir adımdır.

İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, örgütlenme ve barışçıl toplantı özgürlüğü, anayasa değişikliklerinde ele alınan temel özgürlükler arasındadır. 13üncü ve 14üncü maddelerde, bir takım kısıtlamalar kaldırılmış, böylece temel hak ve özgürlükleri sınırlama gerekçeleri daraltılmıştır. Ölçülülük ilkesi getirilmiştir: korunan haklarda herhangi bir sınırlama ölçülü olmalıdır.[3]

Temel özgürlüklerin kullanımı üzerindeki bazı sınırlamalar devam etmektedir.

Temel özgürlüklerin kullanılmasında gerçek bir iyileşmeden Türkiye'deki bireylerin pratikte ne ölçüde yararlanacakları, uygulayıcı mevzuatın ayrıntılarına ve yasanın pratikteki uygulamasına bağlı olacaktır. Genel bir ölçülülük ilkesinin kabul edilmiş olması ve reformun belirtilen genel amacının insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygıyı etkili biçimde önplana getirmesi umut vericidir.

Özellikle ifade ve düşünce özgürlüğü ile ilgili olarak, anayasa değişikliklerini uygulamaya koymayı amaçlayan mevzuat değişikliği tekliflerine hükümetçe son şekli verilmektedir. Bunlar arasında, Ceza Kanunu'nun 159uncu ve 312nci maddelerinin ve Terörle Mücadele Kanunu'nun 7nci ve 8inci maddelerinin değiştirilmesine yönelik teklifler vardır.

Türkiye'nin çeşitli uluslararası insan hakları sözleşmeleri bakımından konumuyla ilgili olarak, Türkiye, kamu makamlarınca ayrımcılığın genel olarak yasaklanması hakkında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) ek 12 numaralı Protokol'u imzaladı.

Son düzenli rapordan bu yana, Irk Ayrımcılığının Bütün Biçimlerinin Kaldırılması Hakkında BM Sözleşmesi, Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü, Medenî ve Siyasî Haklar Üzerine BM Uluslararası Sözleşmesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Üzerine BM Uluslararası Sözleşmesi gibi başka bazı önemli insan hakları belgelerine katılım açısından ilerleme olmamıştır.

Ölüm cezasının kaldırılması hakkında AİHS'ye ek 6 numaralı Protokol ile ilgili olarak, anayasa değişikliği ve Ceza Kanunu'nda öngörülen reform ışığında, Türkiye'nin bunu imzalayıp onaylamasının mümkün olup olmayacağı henüz belli değildir. Türkiye'nin, Ulusal Azınlıkların Korunması Hakkında Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi'ni imzalamamış olduğu da kaydedilmelidir.

Son düzenli rapordan bu yana, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye'nin 127 davada AİHS hükümlerine ihlal ettiğini belirlemiştir(ancak, Büyük Daire'ye temyiz imkanı olduğundan, bu kararlardan 43 tanesi henüz kesinleşmemiştir). Bu davalar, ifade özgürlüğü, güvenlik güçlerince kötü muamele ve gözaltı süresinin uzunluğu gibi çok çeşitli Sözleşme ihlalleriyle ilgilidir. Türkiye, bu davaların 53'ünü dostane anlaşma yoluyla çözüme bağlamıştır.

10 Mayıs 2001 tarihli bir kararında[4], Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye'yi Kıbrıs'ın kuzey kesiminde insan hakları ihlalleri nedeniyle Sözleşme'nin ondört maddesine aykırı hareket etmekten sorumlu buldu. Mahkeme, ayrıca şu sonuca vardı: "Sözleşme'nin eski 26ncı maddesi (şimdiki 35/1 sayılı madde) açısından, KKTC'de mevcut hak arama yolları, davalı devletin yurtiçi hak arama yolları olarak görülebilir ve bunların etkinliği sorunu, ortaya çıktığı özel koşullar içinde incelenmelidir."

17 Mayıs 2001 tarihli daha sonraki bir kararda[5], Türkiye, gözaltında bulunan bir kişinin ölümüyle ilgili bir davada Avrupa Sözleşmesi'nin 2, 5 ve 13 sayılı maddelerini ihlal etmekten sorumlu bulundu.

18 Eylül 2001'de verilen çeşitli kararlarda[6], Türkiye, kamulaştırma ile ilgili 34 davada Sözleşme'ye ek 1 numaralı Protokol'un 1inci maddesini ihlal etmekten sorumlu bulundu. Ödenen tazminatlar, kamulaştırma tarihi ile ödeme tarihi arasında enflasyondaki gerçek artışı yansıtmıyordu.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 26 Haziran 2001'de kabul edilen 80 sayılı üçüncü Ara Karar'da, Türkiye, Loizidou davasında verilen 28 Temmuz 1998 tarihli Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını uygulamadığı için kınandı.

28 Haziran 2001'de, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi, Türkiye ile ilgili olarak izleme prosedürüne devam edilmesi hakkında bir karar kabul etti. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi'nin "Üye Devletlerce Yükümlülük ve Taahhütlerin Yerine Getirilmesi Komitesi" tarafından Türkiye'ye yapılan (26-30 Mart 2000 ve 23-26 Mayıs 2001) iki ziyaret hakkında bir rapor yayımlandı.

İnsan haklarının korunması ile ilgili olarak, Türkiye yeni bir yapılanma oluşturdu (5 Ekim 2000 tarihli yasa): İnsan Hakları Başkanlığı, İnsan Hakları Yüksek Kurulu, İnsan Hakları Danışma Kurulları ve Araştırma Kurulları. İnsan Hakları Başkanlığı'nın kurulma amacı, insan hakları alanındaki mevzuatın uygulanmasını izlemektir.

İnsan Hakları Yüksek Kurulu, Türkiye'de insan haklarının korunmasını geliştirmeye ve güçlendirmeye yönelik tekliflerde bulunmaktan sorumlu olan, bakanlıklar arası bir komitedir.

İnsan Hakları Danışma Kurulu, hükümet ve sivil toplum kuruluşları arasında görüş alışverişi için kalıcı bir forum olarak hizmet etmek üzere tasarlanmıştır. Araştırma Kurulları ise, iddia edilen insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak mahallinde araştırmalar yapmakla görevli olacaktır.

Bu Kurullar'ın işleyişine ilişkin esaslar, bir yönetmelikte ortaya konulmuştur (21 Ağustos 2001 tarihli Resmî Gazete). Hükümet, bu kurulların tam olarak işlemesinin önemini vurgulamış ve "İnsan Hakları Kurulları'nın faaliyetlerine ilişkin üç aylık raporların, kurulların görüş ve önerileriyle birlikte, İnsan Hakları Yüksek Kurulu'na gönderilmeye devam edilmesini" istemiştir (İnsan haklarından sorumlu Devlet Bakanı'nın 26 Eylül 2001 tarihli genelgesi).

Bu organların etkisini değerlendirmek için daha ayrıntılı bilgilere ihtiyaç vardır.

Güvenlik güçlerinin insan hakları konusunda eğitilmesiyle ilgili ihtiyaçlar, polis eğitimine ilişkin 25 Nisan 2001 tarihli yasada belirlenmiştir. Bu yasa çerçevesinde, Polis Akademileri, polis memurlarına insan hakları konularında 2 yıl süreyle eğitim verecektir. Ayrıca, gözaltına alınan kişilerin tutulma şartlarını iyileştirmek amacıyla, Ağustos 2001'de, Ankara'daki polis karakollarında bazı projeler başlatılmıştır. Türk hükümeti tarafından sağlanan resmî verilere göre, 2000-2001 akademik yılının sonuna kadar 26.780 güvenlik görevlisi insan hakları alanında eğitilmiş olacaktır.

Medenî ve siyasî haklar

Bir dizi anayasal, yasal ve yönetimsel değişikliğe karşın, Türkiye'de bireyler açısından fiilî insan hakları durumu iyileşmeye muhtaçtır.

Anayasa'nın değiştirilen 38inci maddesi, ölüm cezasını, terörizm suçlarıyla ve savaş zamanıyla veya yakın savaş tehlikesi durumlarıyla sınırlamaktadır. Terörizm suçlarına ait istisna, (herhangi bir çekinceye izin vermeyen) AİHS'ye ek 6 sayılı Protokol ile uyumlu değildir. Savaş suçlarıyla ilgili istisna ise, 6 sayılı Protokol kapsamında caizdir. Değiştirilen bu maddeyi yürürlüğe koymak için Ceza Kanunu'nda değişiklik yapılması gerekecektir. Bu yapıldığında, Türkiye'nin AİHS'ye ek 6 numaralı Protokol'u imzalamak ve onaylamak durumunda olup olmadığını değerlendirmek mümkün olacaktır.

Raporlama dönemi boyunca, mahkemeler, Terörle Mücadele Kanunu temelinde ölüm cezaları vermeye devam ettiler. 2000 yılında 17 kişi, Ocak-Ağustos 2001 döneminde ise 10 kişi, idam cezasına mahkum edildi. Ancak, ölüm cezalarının infazı konusunda 1984'ten beri devam etmekte olan fiilî moratoryum sürdürülmüştür. Abdullah Öcalan davasıyla ilgili olarak, Türk makamları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önündeki davanın tamamlanmasına kadar, idam kararının infazını ertelemeyi kabul etmişlerdir.

İşkence ve kötü muamele ile ilgili olarak, Türk hükümetinin, Avrupa Konseyi İşkence ve İnsanlık Dışı ve Küçültücü Muamele veya Cezanın Önlenmesi Komitesi'nin (İÖK) işkence ve kötü muamele konusundaki raporunu Ocak 2001'de yayımlamayı kabul etmesi, olumlu bir gelişmedir.

24 Temmuz 2001'de, şüphelilerin gözaltına alınması, tutuklanması ve sorgulanması ile ilgili olarak güvenlik güçlerinin görevlerini ve sorumluluklarını açıklığa kavuşturan bir İçişleri Bakanlığı genelgesi çıkarıldı. Bu genelge, işkenceyi ve kötü muameleyi açıkça yasaklamaktadır. İnsan hakları ihlallerine ilişkin iddiaları araştırmak amacıyla savcılar tarafından polis ve jandarma karakollarında denetimler yapılmasına başlanmıştır. 26 Eylül 2001 tarihli genelge (bkz. yukarıda), yerel makamları, insan hakları ihlallerini önlemeye yönelik çabaları yoğunlaştırmaya çağırmaktadır.

Yargılama öncesi gözaltıyla ilgili hükümler, Anayasa'nın 19uncu maddesinde yapılan değişiklik temelinde, AİHS ile daha da uyumlu hale getirilecektir. Söz konusu değişiklik ile, toplu suçlarda gözaltına alınan bir kişinin yargıç önüne çıkarılmadan önce gözaltında tutulabileceği süre dört güne indirilmiştir. Bu değişiklik, gözaltında kötü muamelenin önlenmesi açısından olumlu bir gelişmedir ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin yetkisine giren suçlar için ve olağanüstü hal kapsamındaki illerde de uygulanmalıdır.

Daha önceki raporda belirtildiği gibi, otomatik yargı incelemesi ve sağlık muayenesi başta olmak üzere, AİHS standartlarıyla uyumlulaştırılması gereken başka prosedürler de vardır.

Pratikte, işkence ve kötü muamele ile ilgili durum, son düzenli rapordan beri düzelmemiştir ve ciddî şekilde kaygı nedeni olmaya devam etmektedir. Gözaltında işkence ve kötü muamele olayları sürmektedir. Ağustos 2001'de, Edremit ilçesinde, gözaltında tutulan 16 yaşında bir oğlanın öldüğü haber verildi. İşkence özellikle güneydoğuda yaygındır. Olağanüstü hal altında bulunan dört ilde geniş ölçüde uygulanan "kapalı gözaltı" durumunda, işkence vakaları daha sık gözlenmektedir. Bu gözaltı yöntemi, Ceza Usul Kanunu ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri Yasası ile öngörüldüğü gibi, devlet güvenlik mahkemelerinin yetkisine giren davalarda da uygulanmaktadır.

Genç insanların da etkilendiği görülmektedir. Yasadışı bir örgüte yardım ve yataklık etmek suçlamasıyla tutuklanan ve, avukatlarına göre, daha sonra kötü muamele ile karşılaşan Urfa/Viranşehirli çocuklar, uluslararası baskı sonrasında salıverildiler.

İşkence veya kötü muamele yaptıklarından şüphe edilen görevlilere karşı açılan davaların sayısı, önceki yıllara kıyasla artış gösterdi. Ancak, verilen mahkumiyetlerin çok hafif olduğu veya çok sık olarak para cezasına çevrildiği veya ertelendiği şeklinde kaygılar devam etmektedir. Ayrıca, kamu görevlilerine karşı dava açmak için bir idarî onay alınmasını öngören kural değişmemiştir. Türk makamlarına göre, 2000-2001 döneminde, güvenlik güçleri mensuplarına karşı, kötü muamele iddialarıyla 1.472 dava, işkence iddialarıyla 159 dava açıldı. Bu davalar sonucunda, 36 kişiye hapis cezaları verildi, 50 kişi meslekten ihraç edildi.

Parlamento İnsan Hakları Komisyonu, geçen yıl Bayan Sema Pişkinsüt'ün başkanlık görevinden ayrılması üzerine, işkence konusundaki araştırma faaliyetinde daha az etkili olmuştur. Ayrıca, Bayan Pişkinsüt, işkence olaylarına ilişkin araştırmaları esnasında Komisyon'a ulaşan bilgilerin kaynaklarını açıklamama kararını savunmak için parlamenter dokunulmazlığını bırakmaya hazır olduğunu beyan etmiştir. Bununla birlikte, yakın tarihli bir gelişme olarak, Komisyon'un yeni başkanı, Komisyon üyelerinin, işkence ve/veya kötü muamelenin gerçekte olup olmadığını doğrulamak için polis karakollarına ve cezaevlerine habersiz ziyaretler yapacaklarını bildirdi.

2000 sonbaharında, Türk hükümeti, cezaevi sisteminde reform yapmaya karar verdi. Buna göre, (tek bir odada 80'e yakın tutuklu ve hükümlünün kaldığı) büyük koğuşlar yerine, 1 ila 3 kişinin paylaştığı küçük hücrelerden oluşan bir sistem (F tipi, yüksek güvenlikli cezaevleri) kurulacaktı. Bu karar, yalnızca cezaevi koşullarının iyileştirilmesi ile değil, ayrıca başka taleplerle de ilgili olan, şiddetli gösterilere ve açlık grevlerine yol açtı. Grevlere katılan tutuklu ve hükümlülerin büyük çoğunluğu, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yargılanmaktaydı veya mahkum edilmişti. Açlık grevlerinin örgütlenmesinde bir takım aşırı gruplar rol almıştı.

Türk güvenlik güçleri, F tipi cezaevlerine zor kullanarak nakil yapmak için, 19-22 Aralık 2000 tarihlerinde açlık grevcilerine ve protestoculara karşı harekete geçtiler. Bunun sonucunda 32 kişi öldü. Ocak 2001'de, AB bağımsız bir soruşturma yapılması çağrısında bulundu. İÖK'nin Nisan 2001'de çıkardığı bir raporda, 32 ölümden bazılarına, ateşli silah ve gözyaşı bombası dahil ölçüsüz güç kullanımının yol açmış olabileceği belirtildi. Adlî Tıp Kurumu'nun ölümlerin nedenlerine ilişkin raporu, İÖK bulgularını doğrulamaktadır.[7] Bu rapor, olaylardan hemen sonra hazırlandı fakat Parlamento'ya sunulması daha uzun bir zaman aldı. Açlık grevleri devam etmektedir ve bugüne değin, cezaevleri içinde ve dışında, 40 kadar açlık grevcisi ölmüştür. İstanbul'da bir savcı, Aralık 2000 operasyonları sırasında bir cezaevinde görevde bulunan 1.615 kişi aleyhine dava açtı. Bu kişiler, "kötü muamele" ve "kanunsuz hareket" ile suçlanmaktadır. Bu konularda özgür tartışma kısıtlanmıştır.

Bir Avrupa Parlamentosu özel delegasyonu, Haziran başında Türkiye'yi ziyaret etti ve, Avrupa Konseyi İÖK tavsiyeleri gereğince, uygun önlemler alması için Türkiye'ye çağrıda bulundu.

Cezaevi reformlarının diğer yönleriyle ilgili olarak, başta aşağıdakiler olmak üzere, önemli bazı yasal düzenlemeler kabul edilmiştir:

- Terörle Mücadele Kanunu'nun 16ncı maddesini değiştiren yasa (5 Mayıs 2001). Bu değişiklik yoluyla, terörizm ve örgütlü suçtan mahkum edilen tutuklu ve hükümlülerin, ortak yaşam alanlarında eğitim, spor ve diğer sosyal ve kültürel faaliyetlere katılabilmeleri öngörülmüştür. Açık ziyaretlere ayda bir kez izin verilmektedir.

- İnfaz Hakimliği Kanunu (16 Mayıs 2001). Toplam olarak 140 infaz hakimliği kurulmaktadır. İnfaz hakimleri, tutuklu ve hükümlü kişilerle ilgili olarak yapılan işlemler hakkında karar vermekten ve bu işlemlerle ilgili şikayetleri incelemekten sorumlu olacaklardır. Bu kanunun ve aşağıda belirtilen kanunun uygulanması hakkında bir yönetmelik, 7 Ağustos 2001 tarihinde Adalet Bakanlığınca kabul edildi.

- Ceza İnfaz Kurumları ve Tutuk Evleri için İzleme Kurulları Teşkiline Dair Kanun (21 Haziran 2001). Bu kanun, 133 İzleme Kurulu tesis etmektedir. Kurulların görevi, başka hususlar yanında, ceza kurumlarında yaşama ve sağlık koşulları, nakiller ve disiplin tedbirleri ile ilgili olarak denetimler yapmak ve bu konularda Adalet Bakanlığı ve öteki ilgili kuruluşlar için üç aylık raporlar hazırlamaktır.

Cezaevlerinde aşırı yığılmadan gelen baskıları azaltma yönünde bir adım olarak, 8 Aralık 2000 tarihinde kabul edilen, Şartlı Salıverme ve Erteleme Kanunu (halk arasında bilinen adıyla "Af Kanunu") belirtilebilir. Bu kanunun bir sonucu olarak, bazıları 3 yıl içinde benzer bir suç işlememek koşuluyla, 30.000 kadar insan tahliye edildi. 1 Mayıs 2001'e gelindiğinde, Türk cezaevlerinde 59.215 kişi bulunmaktaydı. Bu rakam, önceki yıla kıyasla %23'lük bir azalmayı temsil etmektedir. 18 Temmuz 2001'de, Anayasa Mahkemesi, "af" yasasının başka bazı suçları da içerecek şekilde genişletilmesi gerektiğine karar verdi ve yasayı bu karar ile uyumlu kılması için Parlamento'ya altı ay verdi.

Başlangıç kısmında ve 13, 14, 22, 26 ve 28 sayılı maddelerde yapılan değişiklikler başta olmak üzere, Anayasa değişikliklerine somut içerik kazandıracak şekilde ifade özgürlüğünün kapsamını genişletmek için mevzuatta değişikliklere ihtiyaç vardır. Anayasa'nın 26ncı ve 28inci maddelerinde yapılan değişiklik, kanunla yasaklanmış dillerin kullanılmasını önleyen anayasa hükmünü kaldırmıştır. Reformların amacı dikkate alındığında, 14üncü ve 26ncı maddelerdeki kısıtlamalar ile ilgili yeni düzenlemenin, Türkçeden başka dillerin kullanımı dahil, ifade özgürlüğü için etkili bir güvence sağlayacak şekilde yeni mevzuata ve uygulamaya yansıtılması özel önemdedir.

Raporlama döneminde, ifade özgürlüğünün kullanımına ilişkin bazı ciddî sorunlar olmuştur. Hem Ceza Kanunu (özellikle, parlamentonun, ordunun, cumhuriyetin ve yargının tahkir edilmesiyle ilgili Madde 159 ve ırksal, etnik veya dinsel nefretin tahrik edilmesiyle ilgili Madde 312), hem de terörle mücadele yasasının 7nci ve 8inci maddeleri (ayrılıkçı propaganda yapılması), savcılar ve hakimler tarafından ifade özgürlüğünü kısıtlamak için yaygın şekilde kullanılmaya devam etmektedir. Bu tür davaların son örnekleri arasında, Radikal yazarı Bayan Neşe Düzel ve Turkish Daily News yazarı Bay Burak Bekdil aleyhine açılan davalar bulunmaktadır. "Düşünce Özgürlüğü 2000" adlı bir kitaptaki yazıların yeniden yayımlanması nedeniyle takibata uğrayan onaltı aydın, Ankara Askerî Mahkemesi tarafından aklanmışlardır, fakat başka mahkemelerde benzer suçlamalar ile karşı karşıyadırlar.

1 Ocak 2001'den beri, siyasal faaliyetler nedeniyle veya çeşitli yasaları ihlal ettikleri gerekçesiyle 80 kadar gazeteci hapsedilmiştir. "Yargıyı tahkir etmek" ve "Cumhuriyeti tahkir etmek" suçlamalarıyla tutuklanmış olan ve uluslararası baskı üzerine aklanan Bay Mehmet Uzun gibi kimileri ise aklanmaktadır. Ancak, ayrılıkçı propaganda yapmakla suçlanan Dr. Fikret Başkaya, benzer baskılara karşın, hapis cezasını çekmeye başladı. Son zamanlardaki bir gelişme olarak, 3 Ekim 2001'de Bay Uzun'un kitabı toplatıldı ve aleyhine dava açılması tehlikesi vardır.

Kimi resmî kaynaklarca, ifade özgürlüğü ile bağlantılı suçlardan dolayı yaklaşık 9.000 kişinin hapiste olduğu kabul edilmiştir. Görüş ve düşünce ifade ettikleri için çok sayıda gazeteci, aydın, yazar ve siyasetçi hapsedilmiştir. 2000 yılına ait resmî verilere göre, Ceza Kanunu'nun 159uncu ve 312nci maddeleri kapsamında 261 kişi, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında 324 kişi mahkum edilmiştir. Bu rakamlar, 1999 yılında, sırasıyla 347 ve 1.317 idi.

Basın özgürlüğü konusunda, bir başka değişiklik getirilmiştir. "Kanunla yasaklanmış herhangi bir dilde yayın yapılamayacağı" şeklindeki hüküm kaldırılmıştır (Anayasa Madde 28). Bu değişiklik umut vericidir, fakat gerçek anlamda etkili olması için mevzuat değişikliklerine ihtiyaç vardır. Bu mevzuat değişikliklerinin içeriği, söz konusu hakkın kullanımı bakımından yaşamsal önem taşıyacaktır. Madde 26'daki genel kısıtlamalar, düşünce ve görüşlerin yazılı olarak ve başka araçlar yoluyla ifade edilmesini ve yayılmasını da kapsadığı için, uygulayıcı mevzuatın ve tatbikatın basın özgürlüğünün etkili biçimde korunmasını temin etmeleri önemlidir.

Basın özgürlüğünün diğer yönleri ile ilgili olarak, İçişleri Bakanlığı, resmî belgelerde ve devlet medyasında kullanılması yasaklanan tabirlerin bir listesini yayımladı. Kimi yayınevleri faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldılar, süreli yayınlar ve kitaplar toplatıldı. Yakın tarihli bir örnek, 26 Eylül 2001 tarihinde IDEA Politika dergisinin yayımlanmasını durdurma kararıdır.

14 Aralık 2000 tarihli bir karar ile, 4 numaralı İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, Türkiye'yi "zaaf halinde" gösteren bilgilerin her tür yayımını yasakladı. Gazeteler ve gazeteciler, pratikte özellikle F tipi cezaevi protestolarıyla ilgili haber ve resimlerin yayımlanmasını yasaklamayı hedefleyen bir "sansür eylemi" olarak görülen bu karardan şikayet ettiler.

Yayıncılık sahasında, yukarıda belirtildiği gibi, "kanunla yasaklanmış herhangi bir dilde yayın yapılamayacağı" şeklindeki hükmü kaldıran anayasa değişikliği umut vericidir, fakat bunun yayıncılık alanında hüküm ifade etmesi için mevzuat değişikliklerine ihtiyaç vardır (bkz. ayrıca kültürel haklar başlığı altındaki bölüm). Türk Parlamentosu, Haziran 2001'de, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) statüsünü tadil eden bir yasayı kabul etti. Bu yasa, mülkiyetle ilgili konuları açıklığa kavuşturduğu, yeniden iletimi yasallaştırdığı, bazı ahlak standartları koyduğu halde, ifade özgürlüğünü ve mülkiyet çeşitliliğini daha da kısıtlayabilirdi. Üst Kurul'un bir üyesi, Millî Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından tayin edilecekti. Haziran 2001 sonunda, Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa'nın bazı ilkelerine aykırı olduğu gerekçesiyle bu yasayı veto etti. Yasada Avrupa standartlarına göre bir revizyon yapılmaktadır.

Son düzenli raporda belirtildiği gibi, var olan yasanın uygulanması bir endişe konusu olmaya devam etmektedir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), kimi radyo/TV istasyonlarını geçici olarak yasaklamaya devam etti. Örneğin, Ağustos 2001'de, 10 istasyon, esas olarak güncel olaylar hakkında kabul edilmez yorumlar nedeniyle 1 ila 365 gün süreyle kapatma cezaları aldı. Bundan başka, 26 Eylül 2001 tarihinde, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, RTÜK yasasının 26ncı maddesi (yeniden iletim yasağı) temelinde BBC ve Deutsche Welle yayınlarının Türkçe olarak verilmesini yasaklayan kesin bir karar aldı. Kurul Başkanı, bu karara karşı olduğunu belirtti ve bir idare mahkemesi önünde dava açtı. Mahkeme, bu başvuruyu reddetmiş olup, RTÜK, yeniden iletime son vermeleri için, ilgili radyo istasyonlarını uyarmıştır.

Örgütlenme ve barışçıl toplantı özgürlüğü ile ilgili olarak, Anayasa'nın değiştirilen 33üncü maddesi,[8] dernek kurma hakkı üzerine genel kurallar ve kısıtlamaları tadil etmektedir. Bunun etkisi, ancak uygulayıcı mevzuat konulmasından sonra değerlendirilebilir. Parlamento önünde bulunan Medenî Kanun değişiklikleri, STK'lerin uluslararası ilişki kurmaları bakımından bazı küçük iyileşmeler getirebilir.

Halen, Türkiye'de STK'ler kurulmasına ilişkin prosedür zahmetli olmaya devam etmektedir ve STK'lerin işleyişi, hâlâ önemli devlet kontrollerine tabidir. STK'ler, Türkiye dışından malî kaynak almak için hükümetten onay almak zorundadırlar. STK'ler, özellikle Güneydoğu'da, taciz ve korkutma ile karşı karşıya olduklarını belirtiyorlar. 7 Ekim 2001'de, Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın Diyarbakır şubesi, polis güçlerince basıldı; işkence ve kötü muamele mağdurlarına ilişkin gizli tıbbî bilgilere yetkililerce el konuldu. Alınan dosyalar, 10 Ekim 2001'de iade edildi. Bu arada, söz konusu STK'ye karşı, onun faaliyetlerini engellemeyi, hattâ onun kapatılmasını amaçlayan iki dava açıldı.

Siyasal partilerce uyulması gereken ilkelere dair anayasa hükmü tadil edilmiştir. Bir siyasal partinin üyelerince bu temel ilkelere karşı işlenen "fiiller" bir bütün olarak parti tarafından onaylandığında parti aleyhine yaptırımlar uygulanabilir. Temelli kapatma yerine, Anayasa Mahkemesi, "fiiller"in ağırlığına bağlı olarak, söz konusu siyasal partinin kısmen veya tamamen yasaklanmasına karar verebilir. Ayrıca, yapılan bu değişiklik, siyasal partiler ile ilgili olarak daha ölçülü yaptırımlar getirecektir / getirebilir[9], fakat siyasal partilerin kapatılma nedenleri değişmemiştir (Madde 68).

22 Haziran 2001'de, 26 ay süren bir davanın sonunda, Anayasa Mahkemesi, lâikliğe karşı faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle Fazilet Partisi'nin kapatılmasını ve malvarlığına el konulmasını emreden bir karar aldı. Resmî gerekçe henüz yayımlanmamış olmakla beraber, karar derhal yürürlüğe girdi. (102 milletvekiliyle ana muhalefet partisi olan Fazilet, Türkiye'de kapatılan dördüncü İslamî eğilimli partiydi. 1983'ten bu yana, toplam 21 siyasal parti Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştır.)

Anayasa'nın 68inci ve 69uncu maddelerine dayanan son karar ile, partinin iki milletvekili Parlamento'dan ihraç edildi. Bu kişiler ve partinin üç diğer üyesi, beş yıl süreyle siyasetten menedildi. Bu kişilerden biri, türban giyerek yemin ettiği için takibata uğradı. Anayasa Mahkemesi, bunu lâikliğe karşı bir eylem olarak gördü.

31 Temmuz 2001 tarihinde verdiği bir karar ile[10], Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Refah Partisi'nin 1998 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının, AİHS Madde 11 kapsamında örgütlenme özgürlüğü ilkesine aykırı olmadığına hükmetti. Mahkeme'nin düşüncesine göre, Refah Partisi'nin kapatılması "demokratik toplumun korunması yönünde ivedi bir toplumsal gereksinmeyi karşılayan bir karar olarak görülebilirdi."

Din özgürlüğü ile ilgili olarak, bazı gayri Müslim cemaatlere yönelik daha büyük bir hoşgörü olduğunu gösteren işaretler vardır.

2000 yılında, özellikle Hristiyanlığın ikibininci yıldönümü kutlamalarında, Türk makamları, Tarsus'ta bir toplantı dahil, belli başlı dinsel gruplar arasında düzenlenen ekümenik etkinliklere destek oldular. Aralık ayında, Cumhurbaşkanı Sezer, Noel ve Hanuka münasebetiyle Türkiye'nin dinsel azınlık gruplarına bir mesaj yayınladı.

12 Haziran 2001'de, Başbakan, valiliklere bir genelge gönderdi ve yurt dışına göç etmiş Süryani Ortodoks Türk vatandaşlarının, olağanüstü hal kapsamındaki bölgelerde ve mücavir illerde bulunan köylerine geri dönme haklarını tekrar teyit etti. Cumhurbaşkanı Sezer'in desteğiyle, hükümet, İstanbul'da bir başka Süryani Ortodoks kilisesinin açılmasına izin verdi.

Azınlık vakıflarına ait olan kiliseler ve diğer binaların onarımı için artık resmî izin gerekli değildir.

Ancak, Hristiyan kiliseler, özellikle taşınmaz mülkiyeti ile ilgili olarak güçlüklerle karşılaşmaya devam ediyorlar. Heybeliada Ortodoks Ruhban Mektebi'nin 1971'den beri kapalı kalmasıyla ilgili herhangi bir ilerleme olmamıştır. Çeşitli kiliselerin yasal statüsünün tanınmaması, din adamlarının Türkiye'ye girişi dahil bir dizi güçlük yaratmaktadır.

Sünni olmayan Müslüman toplulukların durumunda iyileşme olmamıştır. Alevilere yönelik resmî yaklaşım değişmemiştir. Alevilerin sorunlarına Diyanet İşleri Başkanlığınca ilgi gösterilmemiştir. Alevilerin şikayetleri, okullarda ve ders kitaplarında Alevi kimliğini tanımayan zorunlu din eğitimi verilmesiyle ve sadece Sünni camileri ve dinsel vakıfları için malî destek sağlanmasıyla ilgilidir.

İltica isteyenler ve insan kaçakçılığı konusu, Başlık 24 - Adalet ve içişleri sahasında işbirliği altında ele alınmıştır.

Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar

Anayasal reform paketi, ekonomik ve sosyal haklara ilişkin anayasal güvenceleri ilgilendiren bir takım değişiklikler getirmiştir. Bunların en önemlileri, aşağıdaki hususlar ile ilgilidir:

- çalışma hakkının kapsamının genişletilmesi (Madde 19),

- cinsler arasında eşitliğin güçlendirilmesi (bkz. aşağıda) (Madde 41 ve 66),

- sendikal hak ve özgürlüklerin kapsamının genişletilmesi: Madde 51, sendika kurma hakkını yalnızca işçilere değil bütün çalışanlara tanıyacak şekilde tadil edilmiştir. Sendika yöneticisi olmak için en az on yıl işçi olarak çalışmış olma şartı da kaldırılmıştır.

- ekonomik koşullar göz önünde bulundurularak adil bir ücret alma hakkının güvence altına konulması (Madde 55).

Çocuk hakları ile ilgili olarak, Türk hükümeti, 26 Ocak 2001 tarihinde Çocuk Emeğinin En Kötü Şekillerinin Tasfiyesi hakkında 182 sayılı ILO Sözleşmesi'ni ve, 18 Ocak 2001'de, Çocuk Haklarının Kullanımı üzerine Avrupa Sözleşmesi'ni onayladı. 13 Nisan 2001'de kabul edilen bir yasayla, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bir Çocuk Bürosu kuruldu. Bu yeni birim, yukarıda belirtilen Çocuk Haklarının Kullanımı üzerine Avrupa Sözleşmesi'nin uygulanmasından doğan görevleri yerine getirmekten sorumludur. Ancak, çocuk haklarıyla ilgili durum, Türkiye tarafından 1989 yılında onaylanan Avrupa Sosyal Şartı'nın 7nci ve 17nci maddeleriyle uyumlu değildir.

Sendikal haklar ile ilgili olarak, "Kamu Çalışanlarının Sendikaları" üzerine bir yasa 12 Temmuz 2001 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu yasa, örgütlenme hakkı gibi bazı temel sendikal haklar öngörmekte, fakat toplu pazarlık ve grev haklarını içermemektedir. Polis memurları, hakimler ve savcılar gibi bazı kamu görevlisi kategorileri, sendikal haklara sahip değildir. Dernek kurma hakkını genişleten, fakat "görevlerinin gerektirdiği ölçüde Devlet memurlarına" sınırlamalar getirilmesini öngören Anayasa'nın 33üncü maddesindeki değişiklik ışığında bu yasa gözden geçirilebilir.

21 Nisan 2001 tarihinde yürürlüğe giren bir yasayla bir Ekonomik ve Sosyal Konsey resmen kurulmuştur. Fakat bu, AB'de mutat olan türden bir sosyal diyalog mekanizması yönünde yalnızca bir adımdır (bkz. ayrıca Başlık 13 - Sosyal politika ve istihdam).

Kültürel haklar açısından, Anayasa'nın 26ncı ve 28inci maddelerinin tadil edilmesiyle ilerleme sağlanmıştır. Kanunla yasaklanmış dillerin kullanılmasına izin vermeyen hüküm kaldırılmıştır. Bu değişiklik, Türkçeden başka dillerin kullanılmasının yolunu açabilir ve dolayısıyla olumlu bir gelişmedir. Ancak, Türkçeden başka dillerde haberleşme hakkına müdahale edilmesine karşın etkin koruma sağlamak için, var olan kısıtlayıcı mevzuat ve uygulamalarda değişikliğe ihtiyaç olacaktır. RTÜK yasası, "evrensel kültürün ve bilimin gelişmesine katkıda bulunacak diller hariç", radyo ve televizyon yayınlarının Türkçe olmasını öngörmektedir.

1923 Lozan Antlaşması'nın kapsamına girenler (Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler) dışındaki gruplara mensup kişiler bakımından, fiilî durum, özellikle yayıncılık ve eğitim ile ilgili olarak, iyileşmiş değildir. Pratikte, örneğin Kürtçe şarkılar ve Kürtçe sokak röportajları, arada sırada yayınlanmaktadır. Eğitim (temel ve yaygın eğitim) alanında, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından resmen izin verilmedikçe, Türkçeden başka hiçbir dil öğretim amacıyla kullanılamaz. Anayasal reform kapsamında hiçbir değişiklik, Türkçeden başka dillerde eğitim yapılabilmesini öngörmüyor.

Kadın-erkek eşitliği alanında, Anayasa'nın 41inci maddesi, ailenin temeli olarak eşler arasında eşitlik ilkesini yerleştirmek amacıyla tadil edilmiştir. Anayasa'nın tadil edilen 66ncı maddesi, anne veya babanın yabancı olması halinde cinsiyete göre ayrımcılığa son vermiştir. Parlamento'da bekleyen yeni bir Medenî Kanun, diğer konularda da ayrımcılığa son verecek ve kadın-erkek eşitliğini güçlendirecektir.

"Namus cinayetleri" denilen olay dahil, aile içinde kadınlara karşı şiddet sorunu, ciddî bir kaygı konusu olmaya devam etmektedir. Bu tür cinayetler işleyenlere verilecek cezaların azaltılmasına müsaade eden mevzuat hâlâ geçerlidir.

Sağlık Bakanı, sağlık sektöründeki öğrencilerle ilgili disiplin rejiminde bir değişiklik yaptı. Buna göre[11], cinsel ilişkiye girdiği veya fuhuş yaptığı belirlenen öğrenciler, okuldan ihraç edilecektir. İstanbul Bürosu, Eylül 2001'de bu yönetmeliğe karşı dava açtı.

Azınlık hakları ve azınlıkların korunması

Kültürel haklar ve anayasa değişikliklerinin muhtemel etkisi ile ilgili olarak yukarıda işaret edilenlerin ötesinde, kültürel bir kimliğe ve ortak geleneklere sahip etnik grupların mensuplarının kendi dilsel ve kültürel kimliklerini ifade edebilme imkânlarında herhangi bir iyileşme olmamıştır. Türkiye, Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi'ni imzalamamıştır ve 1923 Lozan Barış Antlaşması ile tarif edilenlerden başka azınlıkları tanımamaktadır.

Türkiye'de Roman veya diğer 'çingene' çıkarlarını temsil eden kültürel derneklerce yapılan çeşitli girişimler sonucunda, Temmuz 2001'de Kültür Bakanlığı tarafından, Türk çingeneleri hakkında küçültücü ve saldırgan ifadeler içeren ve aynı Bakanlıkça 2000 yılında yayımlanmış olan bir kitabın toplatılmasına ve satışının yasaklanmasına karar verilmesi gibi bazı olumlu gelişmelerden söz edilebilir. Benzer şekilde, Millî Eğitim Bakanlığı 5 Ekim 2001 tarihinde, bakanlıkça yayımlanmış sözlüklerde bu grup hakkında kullanılan kötüleyici ifadeleri iptal etmek üzere bir genelge yayınladı. Ancak, 1934'te çıkarılmış olan İskan Kanunu'na göre, "göçebe çingeneler" Türkiye'ye göçmen olarak kabul edilmeyecek gruplar arasında olmaya devam etmektedir.

Kültürel haklara saygı konusu, Güneydoğu'daki durumun iyileştirilmesi bakımından özellikle önemlidir. "Kürt Yeni Yılı" Nevruz, 21 Mart 2001 tarihinde bölgede olaysız kutlandı ve şenliklere 500.000'den fazla insanın katıldığı belirtildi. Bununla beraber, İstanbul dahil bazı şehirlerde örgütlü kutlamalar yasaklandı.

25-27 Mayıs günlerinde Diyarbakır'da, AT Meda programının malî desteğiyle, bir Kültür ve Sanat Şenliği gerçekleşti. Bir konser ve kültürel çoğulculuk üzerine bir açık oturum dahil, çeşitli etkinliklere binlerce insan katıldı. Geçen yıl içinde başka bazı kültürel etkinlikler de gerçekleşti.

Son düzenli rapordan bu yana, Güneydoğu'daki olağanüstü hal üç defa uzatıldı: Diyarbakır, Hakkari, Şırnak ve Tunceli illerinde 4 aylık süreler ile, 27 Ekim 2000, 27 Mart 2001 ve 29 Haziran 2001 tarihlerinde. Güvenlik durumunda büyük iyileşme olduğu bildirilmektedir. Ancak, 2001 yılında Silopi/Şırnak bölgesinde bir polis karakolundan ayrılmaları sonrasında iki HADEP yöneticisinin kaybolması olayı açıklık kazanmamıştır.

Kürt taraftarı HADEP, polis soruşturmaları dahil, çeşitli resmî engeller ile sık sık karşılaşmaktadır. 1 Eylül tarihinde Ankara'da Dünya Barış Günü'nü kutlamak için yapılması planlanan bir HADEP gösterisi, Türk makamlarınca yasaklandı.

Türkiye, geçen yıllarda çatışma ve terörizm olaylarından en çok etkilenen bölgeler için, tarım ve konut projelerini de kapsayan bir ekonomik yardım ve kalkınma programına yatırım yapmıştır.

Millî Güvenlik Kurulu tarafından başlatılan, fakat hâlâ açıkça ilan edilmeyen bir Doğu ve Güneydoğu Eylem Planı, Başbakan'ın onayı ile yürürlüğe konulmuştur. Plan kapsamında, kamu yönetimi, ekonomi, sağlık ve eğitim ile ilgili 107 tedbir bulunduğu söylenmektedir. Planın eşgüdümü, Devlet Planlama Teşkilatı'nın görevi olup, uygulama ilgili kamu kurumları ve kuruluşları tarafından yürütülmektedir. Bu planın bir parçası olan "köye dönüş programı" bölgedeki olaylar nedeniyle yerlerini terk etmiş olan insanların yeniden iskan edilmesini öngörmektedir. Olağanüstü Hal Bölge Valisi'ne göre, Temmuz 2001 itibariyle 26.000 kadar insan köylerine geri dönmüştür. 2800 aile resmen yeniden iskan edilmiştir. Ancak, 34.000 geri dönüş başvurusu yanıtlanmayı beklemektedir. Bazı durumlarda, boşaltılan veya terk edilen köyleri savunmak için devletçe silah ve maaş verilen köy korucuları, ayrılan köylülerin evlerini işgal etmişlerdir ve bu evleri onların asıl sahiplerine geri vermeyi reddediyorlar. Bölgede 45.000 ile 90.000 arasında köy korucusu vardır.

Şırnak bölgesinde, 12 köy inşa edilmiş olup, 4 yatılı okul ve 19 ilkokul yapılması öngörülmektedir. Ancak, yerinden olmuş geri dönen köylüler, genel olarak "merkez köyler" adıyla bilinen yeni köyler inşa etme politikasının, tam olarak ilgili insanların yararına olup olmadığını sorguluyorlar.

Hükümet, bölgede 10 özel banka şubesinin açılmış olduğunu ve altyapı projelerinin %14 oranında arttığını belirtmektedir.

* * * * *

Ankara'da ve Stockholm'de siyasi direktörlerin Troyka toplantılarıyla, Brüksel'de siyasi direktörlerin iki toplantısıyla ve 26 Haziran 2001 tarihinde Lüksemburg'da AT-Türkiye Ortaklık Konseyi çerçevesinde siyasi diyalog ile, Fransa, İsveç ve Belçika dönem başkanlıkları altında, güçlendirilmiş siyasi diyalog devam etti.

Helsinki AB Konseyi sonuçlarında, Türkiye ile güçlendirilmiş siyasal diyaloğun, özellikle insan hakları konuları, Kıbrıs sorunu ve sürmekte olan sınır anlaşmazlıklarını çözmeye yönelik çabalar üzerinde odaklanacağı belirtilmektedir. İnsan haklarıyla ilgili gelişmeler, bu raporun önceki bölümünde anlatılmıştır.

1.5. Genel değerlendirme[12]

3 Ekim 2001 tarihinde Türk Parlamentosu tarafından kabul edilen anayasa değişiklikleri, insan hakları ve temel özgürlükler alanındaki güvencelerin güçlendirilmesi ve ölüm cezasının sınırlanması yönünde önemli bir adımdır. Söz konusu değişiklikler, ifade ve düşünceyi yayma özgürlüğü, basın özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel özgürlüklerin sınırlanması gerekçelerini daraltmaktadır. Şimdi dikkatler, bu önemli değişimlerin etkili biçimde uygulanması üzerinde toplanmıştır. Türk Hükümeti, özellikle ifade ve düşünce özgürlüğü ile ilgili olarak, bazı anayasa değişikliklerini uygulamaya yönelik yeni mevzuat tasarılarından oluşan bir pakete son şeklini vermektedir. Bu paket, Katılım Ortaklığı önceliklerinin yerine getirilmesi yönünde ilerlemeyi kolaylaştıracaktır.

Bu değişikliklere rağmen, temel özgürlüklerin kullanılması üzerinde bazı kısıtlamalar sürmektedir. Temel özgürlüklerin kullanılmasında gerçek bir iyileşmeden Türkiye'deki bireylerin ne ölçüde yararlanacakları, uygulayıcı mevzuatın ayrıntılarına ve yasanın pratikteki uygulamasına bağlı olacaktır. Genel bir ölçülülük ilkesinin kabul edilmiş olması ve reformun belirtilen genel amacının insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygıyı etkili biçimde önplana çıkarmak olması umut vericidir.

Ölüm cezasına ilişkin moratoryum sürdürülmüştür. Anayasa'nın değiştirilen 38inci maddesi, ölüm cezasını, terörizm suçlarıyla ve savaş zamanıyla veya yakın savaş tehlikesi durumlarıyla sınırlamaktadır. Terörizm suçlarına ait istisna, (herhangi bir çekinceye izin vermeyen) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) ilişik 6 sayılı Protokol ile uyumlu değildir. Savaş suçlarıyla ilgili istisna ise, Protokol kapsamında caizdir. Değiştirilen bu maddeyi yürürlüğe koymak için Ceza Kanunu'nda değişiklik yapılması gerekecektir. Bu yapıldığında, Türkiye'nin AİHS'ye ilişik 6 sayılı Protokol'ü imza etmek ve onaylamak konumunda olup olmadığını değerlendirmek mümkün olacaktır.

Ekonomik, toplumsal ve kültürel haklara ilişkin reformlar, bir takım olumlu unsurlar içermektedir. Kanunla yasaklanan dillerin kullanılmasına karşı 26ncı ve 28inci maddelerde yer alan hükümler kaldırılmıştır. Bu husus, Türkçe'den başka dillerin kullanılmasının yolunu açabilir ve olumlu bir gelişmedir. Türk makamlarının da kabul etmiş oldukları gibi, bu anayasal reformu hayata geçirmek için, mevcut kısıtlayıcı mevzuat ve uygulamaların değiştirilmesi gerekecektir. Etnik kökenlerinden bağımsız olarak, bütün Türkler için kültürel hakların gerçekten kullanılması alanında iyileşme olmamıştır.

Önemli bazı cezaevi reformları kabul edilmiştir. Türkiye, bu reformların tam olarak uygulamaya konulmasını sağlamaya teşvik edilmektedir. Cezaevi protestolarını kırmakta orantısız güç kullanılması, üzüntü vericidir. Açlık grevleri nedeniyle can kayıplarının devam etmesi, insanî açıdan kabul edilemez. İlgili kişilerin politik güdüleri ne olursa olsun, yeni ölümleri önlemek için çabalar arttırılmalıdır. Bu konularda serbest tartışmaya izin verilmelidir.

Adlî sistem reformu başlamıştır. Yargının bağımsızlığı, Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin ve askerî mahkemelerin yetkileri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarına uyulması konularında endişeler devam etmektedir.

Güvenlik görevlilerini ve adalet personelini insan haklarıyla ilgili konularda bilinçlendirmek için bazı girişimler başlatılmıştır, fakat bunların pratik etkisini değerlendirmek için henüz çok erkendir.

Türkiye'nin kamu işlerinde saydamlığı arttırmaya yönelik bir takım girişimlere rağmen, yolsuzluk ciddî bir sorun olmaya devam etmektedir. Son zamanlarda, yolsuzluk ve karapara aklama konularında önemli bazı Avrupa Konseyi sözleşmelerinin imza edilmesi, olumlu bir gelişmedir.

Bölgesel dengesizlikleri azaltmak ve bütün yurttaşlar için ekonomik, toplumsal ve kültürel fırsatları arttırmak amacıyla Güney Doğu'daki ekonomik durumu iyileştirmek için ilave tedbirler alınması gerekir. Ülkenin bu bölgesindeki dört ilde olağanüstü durum hâlâ devam etmektedir.

Türkiye'de bir demokratik sistemin temel özellikleri mevcuttur, fakat ordu üzerinde sivil kontrol gibi bazı temel konuların etkili şekilde çözüme bağlanması gereklidir.

Bir dizi anayasal, yasal ve yönetimsel değişikliğe rağmen, Türkiye'de bireyler açısından fiilî insan hakları durumu düzeltilmeye muhtaçtır.

Türkiye, bazı alanlarda ilerleme kaydetmeye başlamış olsa da, henüz Kopenhag siyasal kriterlerini yerine getirmiş değildir ve, dolayısıyla, ülkenin her yerinde, bütün yurttaşlar için, insan haklarının ve temel özgürlüklerin kanunda ve pratikte tam olarak korunmasını sağlamak üzere reform sürecini yoğunlaştırmaya ve hızlandırmaya teşvik edilmektedir.

İnsan hakları, Kıbrıs ve sınır anlaşmazlıklarının barışçıl yoldan çözülmesi gibi, Katılım Ortaklığı'nın öncelikleri arasında bulunan önemli konularda daha fazla gelişme sağlamak üzere, güçlendirilmiş siyasi diyalog daha geniş ölçüde kullanılmalıdır.

Bay Denktaş'ın BM dolaylı görüşmelerinden çekilme ve BM Genel Sekreteri'nin New York'ta yapılacak görüşmelere davetini geri çevirme kararına Ankara'nın verdiği destek dikkate alındığında, BMGS'nin Kıbrıs problemine kapsamlı bir çözüm bulma çabaları için siyasal diyalogda Türkiye tarafından ifade edilmiş olan desteği, şimdi, bir çözümü kolaylaştırmak için Türkiye'nin atacağı somut adımlar takip etmelidir.



[1] "Bu ilkeler, Aralık 2000'de Nice AB Konseyi toplantısında ilan edilen Avrupa Birliği Temel Haklar Belgesi'nde vurgulanmıştır."

[2] Türkiye'ye karşı Sadak ve diğerleri, 17 Temmuz 2001.

[3] Madde 13'ün yeni metni: "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." Madde 14'ün yeni metni: "Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerin hiçbiri, Devlet'in ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasa'da belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz. Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir."

[4] Kıbrıs'a karşı Türkiye, No. 25781/94.

[5] Bilgin'e karşı Türkiye, No. 25659/94.

[6] Yusuf Çelebi'ye karşı Türkiye, No. 19667/92, ve bunu müteakip aynı ihlal ile ilgili 33 karar.

[7] Basın Kanunu'nun 30. maddesinin ihlal edildiği gerekçesiyle, Adalet Bakanlığı tarafından raporu yayımlayan "Radikal" aleyhine açılan bir ceza davası, beraat ile sonuçlandı.

[8] Maddeye, bu hakkın kısıtlanması için özel gerekçeler ilave edilmiştir: "Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlak ile başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması."

[9] Madde 68'in altıncı fıkrasının yeni şekli: "Anayasa Mahkemesi, yukarıdaki fıkralara göre temelli kapatma yerine, dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasî partinin Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar verebilir."

[10] Refah Partisi, Erbakan, Kazan ve Tekdal'a karşı Türkiye, No. 41340/98.

[11] Resmî Gazete, 13 Temmuz 2001.

[12] Bkz. "Genişlemeyi başarıya ulaştırmak: Strateji Belgesi ve aday ülkelerden her birinin katılım yönündeki ilerlemesi üzerine Avrupa Komisyonu'nun Raporu", COM (2001) 700.

YAYIN BİLGİLERİKategori Adı Yurt İçi RaporlarTarih 2003-04-11
Şube ve Temsilcilerimiz
mazlumder-genel-merkez
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER GENEL MERKEZ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk, No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (0212) 526 2440 | Faks: +90 (0212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4643150