TÜRKİYEDE ROMANLARIN SOSYAL VE HUKUKİ DURUMU ÜZERİNE

TÜRKİYE'DE ROMANLARIN

SOSYAL VE HUKUKİ DURUMU ÜZERİNE

Ana OPRİŞAN[1] - Halim YILMAZ[2]

GİRİŞ

Bilindiği gibi Romanlar, dünyanın hemen her tarafına dağılmışlardır. Eskiden göçebe bir hayat sürdürmeleri, daha çok müzisyenlik ve el sanatları gibi mesleklerle geçinmeleri ortak karakteristik özellikleridir. Oysa bugün, modern veya post-modern çağlarda, çoğu Romanlar yerleşik bir hayat sürdürdükleri halde, yaşadıkları hemen hemen tüm ülkelerde toplum dışına itilip ezilmektedirler. Romanlar, Nazi döneminde yüzbinlerce kurban vermiş ve Romanya ülkelerde olduğu gibi yüzlerce yıl köle imişlerdir.

Türkiye'deki Roman nüfusu üzerine çalışmalar maalesef çok azdır. Buna karşılık Türkiye'nin her tarafına yayılmış olmaları ve önemli bir kısmının göçebe bir hayat sürmesi, diğerlerinin şehirlerin kenar mahallelerinde kümelenmeleri, toplumda Romanlara yönelik önyargılar, sosyo-ekonomik yaşam koşulları başlı başına araştırma ve inceleme konularıdır. Biz bu çalışmada kısaca Türkiye'deki Romanların sosyal ve hukuki durumuna değinmeye çalışacağız. Romanlar, Türkiye'de her ne kadar daha çok 'Çingene' olarak ifade edilseler de, kendileri "Çingene" yerine "Roman" ifadesini yeğledikleri için, bu çalışmada 'Roman' ifadesini kullanmayı tercih edeceğiz.

TÜRKİYE'DEKİ ROMANLARIN SOSYAL DURUMU

Dünyanın çeşitli yerlerine yayılmış olan Romanların, yaşam biçimi ve uğraş alanları arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. Bu konuda Türkiye'de de durum pek fazla farklı değildir.

Toplumsal ortak hafızamızda barındırdığımız önyargılarımızla ve devletin Romanların hayat koşullarını olumlu yönde etkileyebilecek hiçbir ciddi adım atmaması sürdükçe sosyal durumlarında kolay kolay bir değişik olmayacak gibi görünmektedir. Özellikle büyükşehirlerde yaşayanlar için, büyükşehirlerin yaşam koşullarının zorluğuna paralel olarak, yoksulluk, eğitimsizlik, sosyal güvenlik yokluğu gibi sorunlar Romanların en önemli sorunlarındandır.

Türkiye'deki Romanların sayısı hakkında maalesef kesin bir rakam yok. Bir çok konuda olduğu gibi Türkiye'de bu konuda istatistiki bilgiler mevcut değil. Türkiye'deki Romanların sayısının genellikle 500 bin civarında olduğu söyleniyor; ama Romanlar'a göre bu rakam 2,5 milyon civarında. Türkiye'de ki Romanların sayısını 5 milyon'dan fazla olduğunu; veya 20 bini göçebe olmak 400 binden fazla Roman olduğunu belirten yazarlar da var.

Romanlar, Türkiye'nin hemen her yerinde yaşamakta, büyük bir bölümü Trakya bölgesinde (Rom grupları) ve Anadolu bölgesinde (Dom grupları) bulunmaktadır. Özellikle, Maraş, Antep, Adana'da; ve İstanbul'un kozmopolit yapısı içerisinde Karagümrük, Tophane, Sulukule, Kasımpaşa, Dolapdere, Kağıthane, Çayırbaşı, Üsküdar, Ümraniye, Esenler, Yakuplu vb. ağırlıkta olmak üzere hemen bütün semtlerine dağılmışlardır. Bulgaristan'dan göç eden Romanlar özellikle Kayseri, Adana, Osmaniye, Sakarya ve Çorum'da yaşamaktadırlar. (Çorum'da, yerleşik Romanları bazen "Haymantos" olarak adlandırılıyor ve bunlarla ilgili Bulgaristan'dan geldikleri biliniyor). Erzurum, Artvin, Bayburt, Erzincan, Sivas gibi şehirlerde bulunanlar "Poşa" veya "Boşa" ismiyle adlandırmaktadırlar. Van, Hakkari, Mardin, Siirt'te ise "Qereçi / Karaçi, Mutrib" olarak biliniyorlar (ki "mutrib" veya "mırtıp" Arapça "müzisyen" anlamına geliyor).

Romanların aynı yerde bile çok sayıda ve farklı adlarla adlandırılıyorlar. Türkiye'de de bölgeden bölgeye çok farklı şekillerde isimlendirilebilmektedirler. Genel olarak Romanların adlandırılması iki şekilde görülmektedir. Başkaları tarafından verilen adları (hetero-identification) ve kendilerini tanıtmak amacıyla kullandıkları adlar (self-identification). Türkiye'de ki Romanlar, kendilerini etnik özellik bakımından Çingene yada Roman olarak; yada dini özellik bakımından Müslüman, Alevi, Abdal şekillerinde tanıtıyorlar. Bir kısmı kendilerini, etnik köken yerine sadece dini kimlik ile tanıtmaktadırlar. Başkaları tarafından onlara verilmiş olan isimler ise Poşa (Doğu Anadolu), Mırti / Mutrib (Hakkari, Mardin, Siirt ve Van'ın Güney bölgesinde), Koçer, Cono (Adana, Osmaniye), Teber (Ankara'da). Diyarbakır'da ise, Romanlara verilmiş olan ilginç ve eski araştırmacılarda bulunmayan üçtane isim vardır: Kereçi (Qereçi / Karaçı), Aşık / Aşıklı ve Gelsın. Romanların bir başka adlandırılması yöntemi de yaptıkları meslekler dikkate alınarak verilmiş isimlerdir. Örneğin, uğraştıkları mesleklere göre Elekçi, Sepetçi, Kalaycı, Demirci, Kemikçi, Bohçacı, Arabacı v.b. Türkiye dışında da çok farklı adlandırılması sözkonusu olabilmektedirler. Örneğin, Yunanistan'dan gelen, Hıristiyanlığa dinine mensup Romanlar için Balamoron ifadesi kullanılıyor.

Sırası gelmişken Türkçe yayınlarda Romanlar hakkında genel olarak kullanılan ifade ve tanımlamalar da değinmek gerekir. Sosyal hayatta daha çok olumsuz ve aşağılanma anlamı içeren atasözü ve deyimler, Türkçe ansiklopedi ve sözlüklerde "çingene" kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır. Aynı durumda "Türk Atasözleri ve Deyimleri" için de geçerli. Bir çok kitapta olduğu gibi bu kitapta da Romanlar hakkında çok sayıda olumsuz atasözüne rastlamak mümkün. Başka benzer örneklerde şöyle: Resimli Ansiklopedik Büyük Sözlük, Okyanus Ansiklopedik Sözlük, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Yeni Cumhuriyet Ansiklopedisi gibi bir çok ansiklopedi, genelde, "çingene" kelimesinin karşılığında böyle anlatımlar görülmektedir: "açgözlü", "arsız", "yüzsüz", "göçebe yaşayan esmer insanlardan oluşan bir topluluk" ve hatta Romanlar için "insan eti yemek, çocuk çalmak gibi iddialar öne sürülerek oradan oraya sürülmüşlerdir" (Yeni Cumhuriyet Ansiklopedisi) şeklinde saçma ve onur kırıcı, gayriinsani ifadelere rastlanabilmektedir.

Ender durumlardan dışında, Türk basınında Romanların romantik veya eğlenceyle dolu bir yaşam gösterilmediği zaman, olumsuz bir şekilde anımsamaktadır veya, bir başka şekilde, ağır gerçekler anlatmaktadır: "Conoların evi yandı mahalleli alkış tuttu!" (Zaman, 13.03.2002), "Halk çingeneleri kovdu..." (Akşam, 22.06.1999), "Her yerden kovulan halk Çingeneler" (Hürriyet, 30.03.1998), "Çingeneler... sokaklarda metal kutu görmemizi engellerler, uygun fiyata çiçek bulmamızı sağlarlar ve buna benzer onlarca aktivite ile uğraşırlar, yani toplumun hamallarıdır..." (www.antoloji.com, 8.10.2004). Birçok açıklamalar, deyimler veya inançlar ("Cin ve Gan" - Romanların orijini anlatan hikayesi olduğu gibi) toplumun ortak hafızasında yerleşen, karşıdaki insanı veya onun üzerindeki etkisini düşünmeden kullanılıyor. Bilmeden yada umursamadan yapılan bu zararı Roman toplumunun kendi kimliğini reddetmesine neden oluyor ve uzun vadede farklılığı yok edilip, kabul edilmiş asimilasyona yol açıyor.

Genellikle Romanlar "Çingene" tanımlamasından rahatsız olurken, kendilerine "Roman" denmesini istiyorlar, ve bu bir modern, "Avrupa modasına uyan" (Rom, Roma v.b.) bir kelime değil, Romanların dilinde "insan" anlamına gelen bir kelimedir.

Yerleşik Romanlarda özellikle (büyük şehirlerde bulunan, İstanbul olduğu gibi) daha kolay asimilasyona açık oldukları görünmektedir. Dillerini kaybetmeyle birlikte (günümüzde tam Romca konuşan sadece yaşlılardır veya çok az orta yaş insanlar ve çoğu anadili sadece iç kod dili olarak kullanırlar), "ötekilere" benzemek yaşamı kolaylaştırıcı yöntemlerden biri olarak seçmektedirler. Bu konuda en yakın örneği Tophane veya Çayırbaşı'da ki Romanlarıdır. Dışarıda, herkesin gözünde Romca (Roman dili) konuşmak, bu dili bilmek, bu topluluğa ayıt olmak utanç verici bir şey olarak algılanmaktadır. Buradaki Romanların, kendi dillerinden utanç duymaları, Romca dilbilim konusunda araştırmaların önüne çok büyük bir engel olarak çıkıyor. Öyle ki, Roman aileler kendi içlerinde çocuklarına anadili öğrenme yasağı koyabiliyor. Sebebi ise kendilerince bir çözüm bulma şekli: Ailenin yaşadığı şeyleri çocuklarının yaşamaması ümidi. Bir çok Roman yerleşimlerinde özellikle Edirne ve İstanbul'un bir çok yerinde bu tür vakalara rastlanmakta. Örneğin, bir gazetede çıkan "Romanlık öldü, biz artık Türküz" yazısında, Hasan Çelikbilek, eski Çayırbaşı çeribaşanın oğlu şöyle konuşuyor: "Artık bir ayrım yok. Biz çingeneler asimile olduk artık. Haklarımız bize verildi, biz de bu ülkenin vatandaşıyız" (Sabah, 25.01.2003). Ama her seferinde, zaman gösteriyor ki, kendi etnik özellikleri imha etmeye, engellemeye çalışmak, Roman etnik izini yok edemediğini, yani o insan Romanlıktan kurtulamadığını göstermektedir (Bkz. İzmir Torbalı Belediye Başkanı Hasan Karatoklu: "...kendilerini saklasalar bile Romandır...", Zaman, 27.10.2001).

Tüm bu bilgiler bize şunu göstermektedir: Çoğu zaman, bir halkın asimilasyona uğramasının sebebi (isteyerek veya istemeyerek) çoğunluğun önyargıları, klişeleşmiş olumsuz düşünceler ve sosyal armoni'ye yönelik hiçbir politik çabaları göstermemekten dolayı ortaya çıkıyor.

Çok az sayıdaki örnek dışında, Türkiye'de ki Romanlar örgütlenme (dernek, vakıf yada başka bir kurum oluşturmak gibi) bir tecrübeye sahip değildirler. Bazen "örgütleme" kelimesi korku verdiği için reddediliyor. Dernekleşme kelimesi, Roman sivil toplumun kendi sorunlarını çözebilmek için güç kazandırabilecek bir kurum değil, birçok defa ara bozucu, otoritelerin beğenmeyecekleri bir şey olarak algılanıyor. Buna rağmen, yerel kitle yönetebilmek / güven verebilmek / sahiplenmek bir çok yerde birer Roman geleneksel lideri (Çeribaşı - Gültepe'de Çoban dayı) veya modern enformel liderler (Edirne'de ki Erdinç Çekiç gibi) var olduğunu söylememiz gerekiyor.

Türkiye'de ki Romanların yaşadıkları sorunları çözebilmek, otorite yada majoritenin kurumlarıyla ilişki kurabilmek veya sadece Roman kimliğini yaşatabilmek için güçlü ve kendi kitlesine bağlı sivil toplum örgütlerinin ortaya çıkması gerekmektedir. (14.03.2002, Esenler'de ki olaylardan sonra, Zaman gazetesinde, "Yaşananlar, sosyal patlama değil, sosyal intihardır" başlığı altında, Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Adnan Gümüş'ün bakış açısı yayımladı. Gelir düzeyi farklılığı, eğitim seviyesinin dengesizliği gibi olguların şehirler içerisinde olduğu gibi semtler arasında da değişimi vurgulayan Gümüş, "Bunları polisiye tedbirlerle çözmek mümkün değil. Devletin sosyal adalet, sosyal güvenlik, sosyal dayanışma gibi kavramları hayata geçirmesi gerekmektedir". Aynı zamanda, Türkiye de Avrupa Birliğine aday ülkelerden biridir ve İlerleme raporlarında (2001, 2002, 2003) Romanları yer aldıklarına göre, onların durumu düzeltmek amacılıyla değişik gelişme programları düzenlemesi gerekecek.

ROMANLARIN HUKUKİ DURUMU

Türk hukuk mevzuatında, kanuni düzenlemelerle, - bildiğimiz kadarıyla - açıkça ve ismi belirtilerek hedef alınan, ırk ayrımcılığına maruz kalan tek etnik varlık Romanlardır. 1934 yılında çıkarılan 2510 sayılı İskan Kanunu'nun 4. maddesi şöyledir: "Türk kültürüne bağlı olmayan, anarşistler, göçebe çingeneler, casuslar ve memleket dışına çıkartılmış olanlar Türkiye'ye 'muhacir' göçmen olarak kabul edilemezler."

Kanundaki düzenleme ile çingeneler etnik özellikleri nedeniyle 'anarşist'ler veya 'casus'lar gibi tehlikeli, sakıncalı ve istenmeyen kişilerden sayılmışlar; sırf soy bağları, etnisiteleri nedeniyle memlekete muhacir olarak bile kabul edilemeyecek grup ve kişiler arasında sayılarak ayrımcılığa maruz kalmışlardır. İskan Kanunu'nda 1986 yılında değişiklik yapılmasına rağmen, maalesef bu ayrımcı ve gayriinsani düzenlemeye dokunulmamıştır.

1993 yılında Edirne Milletvekili Erdal Kesebir tarafından, yaklaşık 100 bin Çingenenin kimliksiz yaşadığı bilgisi de eklenerek, verdiği önerge ile bu yasanın değiştirilmesini teklif ettiyse de sonuçsuz kaldı. Benzer şekilde 2001 yılında da Van milletvekili Fethullah Erbaş ve 23 arkadaşının Türkiye'de Çingenelerin durumu, maruz kaldıkları ayrımcılıklar, yayınlardaki ağır hakaretler ve toplumsal önyargılarla ilgili olarak verdikleri Meclis araştırma önergesinden de bir sonuç çıkmadı.

Devlet eliyle ve yasayla yapılan ayrımcılık, AB 2003 Türkiye İlerleme Raporu'na da şöyle yansıdı: "Çingenelerin Türkiye'ye mülteci olarak kabul edilmeyen beş insan kategorisinden biri olduğunu belirten mevzuat halen yürürlüktedir. Bazı Roman toplulukları bu güçlü önyargının sürmesinin sosyal dışlanmaya neden olduğunu bildirmektedir."

Ayrımcılığa sebep olan bir başka yasa da, Yabancıların İkamet ve Seyahati Hakkında Kanun'dur. Kanunun 21. maddesi şu şekildedir: "Tabiyetsiz veya yabancı devlet tebası olan Çingenelerin ve Türk kültürüne bağlı olmayan yabancı göçebelerin sınırdışı edilmelerine İçişleri Bakanlığı salahiyetlidir." Görüldüğü gibi kanunun ifadesiyle, gerektiğinde sırf etnik kökenleri nedeniyle sınırdışı edilebileceklerdir.

İçişleri Bakanlığının Vatandaşlığa alma ile ilgili 23.10.2003 tarihli genelgede, vatandaşlığa alınma için başvuru yapacak kişiler hakkında incelenmesi gereken bir husus da, genelgenin 12. maddesinde şöyle belirtilmiştir: "Dilencilik veya çingenelikle ilişkilerinin bulunup bulunmadığı." Vatandaşlığa alınma sırasında sırf etnik kökeninin çingene olmasının engel olması benzer bir başka ayrımcılık örneğidir.

Görüldüğü gibi, Çingenelere karşı toplumsal önyargılardan daha güçlü ve kanuni düzenlemelerle 'resmen' etnik ayrımcılığa maruz kalmışlardır. Bu tür yasal düzenleme ve uygulamalar, Türkiye'nin altında imzası bulunduğu, Uluslararası İnsan hakları Sözleşmelerinin, başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (m.2 ve 7), AİHS, (m.14), BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme (m.2/2), Kişisel ve siyasal Haklara İlişkin Sözleşme (m.27) gibi çok sayıda norma da aykırıdır. Tüm bu Sözleşmelerde imzacı devletler, ortak bir şekilde, herkesin, ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal yada herhangi bir görüş, millî veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum ya da herhangi bir durumu hakkında ayırım gözetmeksizin, bu sözleşmelerde ilân olunan tüm hak ve özgürlüklerden yararlanabileceği konusunda güvence vermiş, taahhütte bulunmuşlardır. Buna karşılık Türkiye'de hem mevzuat hem de uygulama bakımından Romanlar açıkça ayrımcılığa uğramaktadırlar.

Bunun yanında Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyesi ve AB adayı olması nedeniyle Romanlarla ilgili olarak, ayrımcığa karşı, çocukların eğitimi, ekonomik iş ve güçlerinin iyileştirilmesi vb. Romanların hukuksal ve sosyal durumlarının iyileştirilmesi ile ilgili olarak AB'nin 1989 (89/C 153/02) ve 1995 (B4-0974/95) kararları ile Avrupa Konseyinin aldığı çok sayıda karar da dikkate alınarak uygulamaya geçirilmelidir.

SONUÇ OLARAK

Romanların hayat koşullarının iyileştirilmesi, sosyal ve hukuki asgari standartlara erişebilmeleri için bir seferberlik başlatılmalıdır. Bunun için öncelikle;

1- Çingenelere yönelik 'ayrımcı' yasal düzenlemeler kaldırılmalıdır.

2- Büyükşehirlerde sosyal doku çalışmaları (İstanbul Büyükşehir Belediyesi veya Bilgi Üniversitesi'nin başladığı gibi) arttırılmalı. Romanların toplum dışına itilmiş olmanın getirdiği psikolojik ezilmişliğe son verilmesine yönelik faaliyetler yapılmalıdır.

3- Eğitime özel önem verilerek; özellikle de Roman gençlerin ilköğretim sonrası eğitim (lise ve üniversite) görebilmeleri için özel çaba sarfedilmeli. Gerektiğinde mevcut durumları nazara alınarak 'olumlu ayrımcılık' yapılmalı ve desteklenmeli.

4- Romanlar hakkında toplumdaki önyargıların, klişeleşmiş düşüncelerin kırılması için çalışmalar yapılmalı, örneğin ilköğretim ve lise okullarında her türlü ayrımcılığa karşı mücadele vermek için ilgili derslerde öğretim verilmeli.

5- Toplumun ortak kültüründe Romanlara yönelik olumsuz bakış açısı ve önyargılar, bazı deyimler kültürel / folklorik bir unsur sayılarak, 'bir yere kadar' kabul edilebilirse de; Romanlar hakkında ağır hakaretler içeren, aşağılayıcı nitelikte ve onur kırıcı ifadeler çıkarılmalıdır.

6- Roman kültürünü yaşatmaya yönelik girişimlere destek verilmeli, bununla ilgili yayın, eğitim, araştırma çalışmaları yapılmalıdır.

7- Sivil toplum ve demokrasi bağlamında; Romanların içinde bulundukları şartlar nedeniyle aktif, sosyal değişim gücüne sahip olan dernek veya vakıflar kurabilmeleri zor gibi görünüyor. Onun için belki de kolaylaştırıcı mekanizmaları bulup sosyal katılım imkanlarının açılmalıdır. Romanların da, kendi sorunlarıyla mücadele edebilmek ve başkalarına muhtaç olmaktan kurtulup kendi geleceklerine değiştirebilmek (equal citizenship - eşit vatandaşlığa sahip olmak) için STK vb. kurumlar altında bir araya gelebilmesi gereklidir.

Sonuç olarak, hem doğrudan yasalar aracılığıyla insan onuruna aykırı bir şekilde ayrımcılığa maruz bırakılmaya son verilmeli, hem de kültürel, sosyal ve ekonomik bakımdan ihmal edilen / toplum dışına itilen Romanların durumlarının iyileştirilmesi için gerekli girişimlerde bulunulmalı ve bir an önce uygulamaya konmalıdır.



[1] Marmara Üniv. - Siyaset ve Sosyal Bilimler Bölümü, Master Öğrencisi; Uluslararası Mavi Hilal İnsani Yardım ve Kalkınma Vakfı - Roman Projeleri Koordinatörü

[2] Bilgi Üniv. - İnsan Hakları Hukuku Master Öğrencisi; Uluslararası Af Örgütü İstanbul Mülteci Koordinatörü, Avukat.

YAYIN BİLGİLERİKategori Adı MakalelerTarih 2004-07-09
Şube ve Temsilcilerimiz
mazlumder-genel-merkez
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER GENEL MERKEZ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk, No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (0212) 526 2440 | Faks: +90 (0212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4644335