İNSAN HAKLARI İHLALLERİNİN SEBEBİ VE SONUCU OLARAK GÖÇ

İNSAN HAKLARI İHLALLERİNİN SEBEBİ VE SONUCU OLARAK GÖÇ

Şehmus ÜLEK

MAZLUMDER Genel Bşk Yrd.

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde yaşanan insan hakları ihlalleri, çok çeşitli ve çok boyutlu bir nitelik taşımaktadır. Bu ihlallerin bir bölümü de göç olgusuyla ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Göç, genellikle hem insan haklarını ihlal eden bir sosyo-politik sistemin ürünü olarak ortaya çıkmakta, hem de yeni insan hakları problemlerine kaynaklık etmektedir. Geride bıraktığımız yüzyıl gibi 21. Yüzyılda da göç olgusu ciddi bir ihlal kaynağı olarak insanlığın gündemindedir. Genellikle siyasi, dini, etnik ve benzeri nedenlere bağlı olarak uzun süreli çatışmaların yaşandığı, çeşitli türdeki diktatörlüklerin egemen olduğu, insan haklarının sistematik olarak ihlal edildiği ve/veya ağır ekonomik sorunların yaşandığı ülkelerde göç olgusu ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak göç ile ilgili sorun, bir kısım insanın yerinden edilmesinden ibaret olmamakta, aynı zamanda yeni sorunlara da kaynaklık etmektedir.

Sebep-Sonuç Sarmalında Göç

Başlangıçta siyasi nedenlerden kaynaklanmasa bile, göç sonrası etnik, dini, siyasi ve benzeri sorunlar sıklıkla ortaya çıkmaktadır. Özellikle kitlesel göçün yaşandığı ülkelerde, yeni gelenlerle eskilerin ilişkilerinin ekonomik değer paylaşımı ile kesiştiği noktalar, başka biçimler almış bir dizi yeni soruna ve dolayısıyla yeni insan hakları ihlallerine kapı açmaktadır. Ondokuzuncu ve Yirminci Yüzyıllarda Amerika'ya göç eden Meksikalıların durumu bunun örneğidir. Meksika Savaşı, 1910 Meksika Devrimi sonrası siyasi kargaşa ortamı, Güneybatı Amerika'nın genişleyen ekonomik kapasitesinin doğurduğu ihtiyaçlar gibi çeşitli nedenlere bağlı olarak Meksikalılar kitleler halinde Amerika'ya göç etmişlerdir. Göçmenler, geldikleri yerde aynı iş için daha az ücret almışlar, en az tercih edilen işlerde çalışmışlar, sık sık grev kırıcı olarak suçlanmışlar ve kargaşa zamanında kolaylıkla feda edilmişlerdir. Özellikle 1929 sonrası yaşanan işsizlik ve yoksullaşmanın sorumlusu olarak gösterilmişler ve bunlardan bir bölümü tekrar ülkelerine gönderilmiş, kalanlar ise genellikle önyargı ve ayrımcılığa maruz kalmışlardır.

Batı Avrupa'daki Sorunlar

Aslında dünyanın hemen her yerindeki göçmenlerin yaşadığı sorunlar, belirgin sonuçları itibarıyla benzerlik arzetmektedir. Batı Avrupa ülkelerindeki göçmenlerin sorunları da Amerika'ya yerleşenlerinkine çok benzemektedir. Onlar da içinde bulundukları büyük toplumla entegrasyon sorunları yaşamakta, kimi zaman mevcut sorunlardan dolayı suçlanmakta ve ihlallere maruz kalabilmektedir. Çalışma yaşamı dışında, toplumun temel kurumlarına katılamamaktadırlar. Almanya'da Türkiye'den giden ve çoğu ikinci, hatta üçüncü nesil "misafir işçi" veya işçi ailesini teşkil eden üç milyon kişiden çok azı vatandaşlığa kabul edilmiştir. Bundan daha önemlisi, göç alan Batı Avrupa ülkelerinin çoğunda, yüksek düzeyde önyargı ve ayrımcılık yaşanmaktadır. Almanya'da göçmenlere karşı fiziki şiddet kullanımı 1992'den itibaren sıradan hale gelmiştir; Fransa'da göçmen nüfusunun yarısını oluşturan Kuzey Afrikalılar, etnik şiddetin başlıca hedefi olmuşlardır. Özellikle Sovyet sisteminin yıkılışından sonra Doğu Avrupa'da yaşanan gelişmeler ile 1980'lerin sonlarından itibaren Yugoslavya'da ortaya çıkan çatışmalar sonrası nispeten liberal bir sığınmacı politikası olan Almanya'ya 1991 yılında 200.000'in üstünde insan girmiş, 1992 yılında bu sayı ikiye katlanmıştır. İşte bu 1992 yılı, aynı zamanda göçmenlere karşı belirgin bir şiddetin de başladığı yıldır. Kısacası göç, hem ihlallerin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır, hem de yeni ihlaller için bir zemin oluşturmaktadır.

İnsan haklarını sistematik biçimde ihlal eden rejimlerin, yoğun ekonomik bunalımların, yoksulluğun ve açlığın ortaya çıkardığı göç, etnik, dini ve siyasi önyargıları tetiklemekte; ayrımcılık, ırkçılık ve siyasi şiddet olarak ortaya çıkmakta, sonuç olarak yeni insan hakları ihlalleri ortaya çıkmaktadır. Yaşanan siyasi ve ekonomik sorunların günah keçisi olarak göçmen nüfusu görenlerin sadece o ülkedeki sıradan vatandaşlardan ibaret olmaması, yaşanan sorunları daha da derinleştirmekte; özellikle söz konusu ülkelerin devlet ve siyaset adamları tarafından ırkçı ve yabancı düşmanı grup, dernek ve siyasi partilere dolaylı destek verilmesi, göçmen nüfus için "caydırıcı" olan ama aynı zamanda sosyal barışı ciddi ölçüde tahrip eden bir sürece de kaynaklık etmektedir.

Göçün Dini ve Etnik Boyutu

Dini ve etnik baskıların sonucu olarak ortaya çıkan göçlerin de uzun bir tarihi vardır. Amerika'ya giden ilk Avrupalı nüfusun bir bölümünün gidiş nedenlerinden birisi de dini baskı altında olmalarıydı. Günümüzde bazı Ortadoğu ülkelerindeki dine dayalı olarak yapılan baskılardan, diğer bazılarında ise laikliğe dayalı olarak yapılan baskılardan dolayı göç etmek zorunda kalanlar vardır. Suudi Arabistan bunlardan ilkine, Türkiye ikincisine örnektir. Türkiye'de özellikle 28 Şubat sonrası baskı altında olan Müslümanlarla, mevcut azınlık politikası yüzünden baskı altında olan gayrimüslimler dini nedenlerle göç etmişlerdir. Yakın geçmişte etnik çatışmalara bağlı kitlesel göç örneklerinden birisi, Körfez Savaşı sırasında Kürt göçüne sahne olan Kuzey Irak'da yaşanmıştır. Ancak sonuçları bakımından daha ağır olanı, Hutu-Tutsi çatışmasına bağlı olarak Ruanda'da yaşanan göçtür.

Nüfus Mübadelesi ve Zorunlu İskan

Özellikle siyasi sorunlara bağlı olarak ortaya çıkan göç ve iltica sorunu da yaşadığımız zamanların ciddi bir insan hakları ihlal kaynağıdır. İsteğe bağlı, daha iyi bir hayat standardına ulaşmak için yapılan iradi göçten farklı olarak bu tür göçlerde radikal bir kültürel ve ekonomik değişimin ortaya çıkardığı sonuçlar çoğu kez ağır olmaktadır. Bunun bir örneği de zorunlu göç politikası uygulayan ülkelerde yaşanan sorunlardır. Türkiye'de özellikle Cumhuriyet dönemi toplum mühendisliğinin ürünü olarak uygulamaya konulan zorunlu göç ve iskan politikası, ciddi sosyolojik sorunları da beraberinde getirmiştir. Yaşadığı coğrafyadan koparılarak Anadolu'nun Batı bölgelerinde yeniden iskan edilen Kürt aşiretlerin sosyolojik dokusu hasar görmüş, geçmiş ile bugün arasındaki sürekliliği sağlayan değer ve kurumları tahrip olmuştur. Aynı sorun, "nüfus mübadelesi" çerçevesinde göç etmek zorunda bırakılan Ermeniler ve Rumlarla, Balkan ülkelerindeki yeni ulus devletlerin düşman olarak görüp Türkiye'ye göçe zorladığı Türk ve Müslüman nüfus için de geçerli olmuştur. Zaman içinde insanların doğal bir biçimde yer değiştirmeleri ve göç etmeleri ile kültürel zenginlik kazandıran iradi göçten bağımsız olarak yaşanan bu tür zorunlu göçler, ister bir ülkeden diğerine olsun, isterse bir ülkede bir yerden başka bir yere, sonuç her zaman acı demek olmuştur. Göç edenler, sadece bir toprak parçasını değil, insan olarak varoluşlarını anlamlı kılan geçmişlerini, anılarını, atalarının mezarlarını, kısacası sürekliliği de kaybetmişlerdir. Sosyolojik dokunun bozulması, onları bir arada tutan sembollerin aşınmasını ve anomik bir durumun ortaya çıkmasını da beraberinde getirmektedir.

Türkiye'de son yirmi yılda, Kürt sorununa bağlı olarak yaşanan çatışmaların ortaya çıkardığı göç, bu tür sorunları, hatta kimi zaman fazlasını da beraberinde getirmiştir. Özellikle boşaltılan ve yakılan köylerin yerinden ettiği yüzbinlerce insanın varoşlarını doldurduğu büyük kentler, bu sorunun daha yakıcı bir biçimde hissedildiği mekanlar olmuştur. Örneğin Diyarbakır'da kent nüfusunu birkaç katına çıkaran yeni nüfus, yukarıda sayılan sorunlara ilave olarak yoksulluk ve sefaleti de kente taşımıştır. Bunun anlamı, eğitimden sağlığa ve altyapı hizmetlerine kadar, insanca yaşamanın gerektirdiği birçok hizmetten yararlanamamak demektir.

Süryani Göçü Örneği

Güneydoğu'da yaşanan şiddet olgusunun hızlandırdığı diğer bir sorun da bölgeden yoğun bir Süryani göçüdür. Yaşanan şiddetin Süryani göçünün temel nedeni olarak görülmesi, doğru ama eksik bir gerekçelendirmeyi ifade etmektedir. Çünkü Süryani göçünün tarihi, söz konusu çatışmaların tarihinden daha eskidir. Burada karşımıza, yukarıda dile getirdiğimiz bir göç nedeni olarak baskıcı siyasi sistem sorunu çıkmaktadır. Lozan Anlaşmasının sağladığı asgari güvencelerden mahrum bırakılan, dini ve kültürel değerlerini özgür bir biçimde ifade etmeleri engellenen Süryani, Yezidi, Asuri, Keldani ve Nusayri vatandaşlarımız için göçten başka bir yol bırakılmamıştır. Bugün Süryani nüfusunun en yoğun olarak bulunduğu illerden Mardin'de sadece 200 ailenin kaldığını öğreniyoruz. Başbakan Ecevit, büyük bölümü Batı Avrupa ülkelerine göç eden Süryanilerin geri dönüşünün teşvik edileceğini açıklamışsa da, ne bu açıklamayı ciddiye alan olmuştur, ne de geçen zaman içinde kayda değer bir adım atılmıştır.

Yaşanan Sorunları Hafifletebilmek

Göçün doğurduğu insan haklarını ihlallerini ortadan kaldırmak için en köklü çözüm, onu kaçınılmaz kılan sorunları ortadan kaldırmaktır. Burada yapılması gereken, dünyanın neresinde olursa olsun, etnik, dini, siyasi sorunları hafifletecek, baskıcı siyasi rejimleri tafsiye edecek biçimde, siyasi rejimleri insan haklarına saygılı veya dayalı hale getirmeye çalışmak, yoksulluğu ve şiddeti ortadan kaldırmaya çalışmak olmalıdır. Kuşkusuz bunu gerçekleştirmek, kısa zamanda yapılabilecek gibi görünmemektedir. Göçü zorunlu kılan sorunların kısa vadede çözülebileceğine dair bir ışık bugün için görülmemektedir. Burada özellikle insan hakları savunucularına düşen görev, göçün doğurduğu sorunları ve bu bağlamda yaşanan insan hakları ihlallerini asgari düzeye indirmeye çalışmak olmalıdır.

YAYIN BİLGİLERİKategori Adı MakalelerTarih 2001-11-22
Şube ve Temsilcilerimiz
mazlumder-genel-merkez
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER GENEL MERKEZ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk, No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (0212) 526 2440 | Faks: +90 (0212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4643416