MAZLUMDER BAŞÖRTÜSÜ ŞURASI

MAZLUMDER BAŞÖRTÜSÜ ŞURASI

DİN ÖZGÜRLÜĞÜ VE "BİZE ÖZGÜ" LAİKLİK

Yılmaz ENSAROĞLU

Saygıdeğer Konuklar,

Öncelikle davetimize icabet ederek "Başörtüsü ŞÃ»rası"nı onurlandırdığınız için MAZLUMDER adına şükranlarımı sunuyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Türkiye'nin değişik yerlerinden gelen siz değerli konuklarımıza 'hoş geldiniz' diyorum. Başörtüsü yasağına karşı çıkan herkesi; bu hukukdışı yasağa direndiği için bedel ödeyen, ödemeye devam eden binlerce isimsiz kahramanı; cezaevine girene dek MAZLUMDER Malatya şubesinin başkanlığını yürüten sevgili Özkan Hoşhanlı başta olmak üzere, bu yasak yüzünden cezaevinde olduğu için bugün aramızda bulunamayan tüm tutuklu ve hükümlüleri selamlıyorum ve cezasını çekerek bugün tahliye edilecek olan sevgili Nurulhak Saatçioğlu'na da şimdiden, aramıza hoş geldin diyorum. Ve nihayet dünyanın dört bir yanında, çok ağır bedeller ödeyerek haksızlığa, zulme direnen tüm insan hakları savunucularını, adalet, özgürlük ve barış kahramanlarını hayırla, sevgiyle ve saygıyla anıyorum, selamlıyorum.

Değerli Misafirler,

Türkiye'de insan hakları ihlalleri, kimi alanlarda bazen yaşanan bir sorun olmaktan çıkmış ve bir yönetim pratiğine dönüşmüş bulunmaktadır. Bu yüzdendir ki ülkemizde ihlal yaşanmayan bir hak ve özgürlük alanı bulabilmek, son derece zordur. MAZLUMDER olarak yıllardır insan hakları sorununun her alanda yaşandığını, ama herkesin ve her kesimin sadece kendisinin hak ihlaline uğradığı yanılgısı içerisinde olduğunu her fırsatta vurguluyoruz. Dolayısıyla başörtüsü yasağının tek sorunumuz olmadığını biliyoruz. Bununla birlikte, genellikle herkesin bu sorunu görmezden geldiğini, başörtüsü yasağı yüzünden hak ihlaline uğrayanların çığlığını kimsenin duymak istemediğinin de görüyoruz. Oysa Kürt sorunu gibi başörtüsü sorunu da, özellikle insan hakları savunucuları açısından bir mihenk taşıdır, bir turnusol kağıdıdır. Ve ne yazık ki, insan haklarından yana neredeyse uluslar arası ölçekte kabul görmüş, donanımlı ve birikimli uzman veya aktivist kişi ve kuruluşlar bile, başörtüsü konusunda son derece yasakçı ve baskıcı tutumlar içine girebilmektedirler.

Birileri bir yandan başörtüsü sorununu bizim unutmamızı istemekte, diğer taraftan ise kamusal alan-özel alan; hizmet alan-hizmet veren tartışmalarının gölgesi altında yasak tüm dünyada yaygınlaştırılmaktadır. Başörtüsü konusunda herkes konuşmakta; ama kimse bu sorunu yaşayanları doğrudan dinlemek istememektedir. İşte "Başörtüsü ŞÃ»rası"nın asıl amacı, bu sorunla ilgili olarak insan hakları savunucularının görüş ve yaklaşımlarını bir arada değerlendirmek; ama daha önemlisi, bu yasak yüzünden hak ihlaline uğrayanları doğrudan dinlemek ve soruna çözüm yollarını birlikte araştırmaktır.

* * *

Saygıdeğer Konuklar, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Türkiye'de en çok tartışmalı ve fakat en az ilgi gören alan din özgürlüğü alanıdır. Bu alandaki tartışmaların odağını da laiklik ilkesinin "bize özgü" anlamı ve uygulaması oluşturmaktadır.

Türkiye egemenlerinin büyük çoğunluğu, Cumhuriyet'in ilk dönemlerinden itibaren laiklik adına dinin baskı altına alınmasını, toplumun dinden, dini değerlerden koparılmasını istemişlerdir. Bu kadrolara göre laiklik, aslında dinin toplum hayatından tamamen sökülüp atılmasıdır. Bundan dolayı Türkiye laikliğinin en önemli özelliği otoriter, hatta özellikle Tek Parti dönemi pratiğinde somutlaşan şekliyle totaliter bir nitelik taşımasıdır.

Türkiye'de devletin İslam'dan etkilenmesini ya da dinin devletten bağımsız olarak gelişmesini önlemek için halkın büyük çoğunluğun oluşturan Müslümanların dini ihtiyaçlarının karşılanması bir kamu hizmeti olarak öngörülmüş ve bu amaçla Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Din eğitimi ve öğretimini devletin gözetim ve denetimi altına alan ve ilk ve ortaöğretim kurumlarında din derslerini zorunlu kılan devlet, Diyanet İşleri Başkanlığı'na da laiklik ilkesi doğrultusunda "toplumun dini hayatını düzenleme" görevini yüklemiştir. Böyle bir yapılanma içerisine girmek, doğal olarak devletin dini tanımlamasını beraberinde getirmiştir. İşte Türkiye laikliğinin ikinci önemli özelliği de bir din tanımı yapması ve bu tanımladığı din anlayışını tüm topluma dayatmasıdır.

Türkiye'nin din özgürlüğü sorunu, sadece Müslümanlarla ilgili değildir; laiklik adına izlenen politikalar, sadece Müslümanların haklarını kısıtlamamaktadır. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı'nın varlığını onaylamayan ve bu kurumun kendisinin ödediği vergilerden yararlanmasını istemeyen Alevilerin, aynı yaklaşımı benimseyen Sünnilerin ve diğer mezheplerden / dini anlayışlardan olan vatandaşların, dini inanç sahibi olmadıkları veya ateist oldukları halde nüfus cüzdanlarına "Müslüman" yazılanların, dini etkinlikleri kısıtlanan gayrimüslimlerin de din özgürlükleri sıkça ihlal edilmektedir. Ve ne yazık ki din özgürlüğü alanında yapılan ihlaller, bazı çevrelerce çoğu kez bir ihlal olarak dahi görülmemektedir.

Müslümanlar açısından baktığımızda şunu görmekteyiz: Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde tarikatlar yasaklanmış, dergahlar kapatılmış ve zikir yapılması suç haline getirilmiştir. Namaz ibadeti, yasal ve fiili birtakım kısıtlama ve engellemelerle karşı karşıyadır. Kamu görevlilerinin namaz saatlerinde veya Cuma namazı saatinde kısa bir süre için dahi olsa izinli sayılmalarının dillendirilmesi dahi "laik Cumhuriyeti yıkma teşebbüsü" olarak suçlanmıştır. Aynı şekilde Ramazan ayında mesai saatlerinde küçük bir ayarlama ile oruç tutan çalışanları rahatlatıcı bir çözümü bulmaya yeltenmek de, laiklik ilkesinin ihlali olarak değerlendirilmiştir.

Müslümanların kestikleri kurban derilerine devlet tarafından el konulmakta, insanların kurbanlarının derilerini diledikleri hayır kurumuna vermeleri engellenmektedir ki bu uygulama, sadece ibadet özgürlüğünün değil, aynı zamanda mülkiyet hakkının da açık bir ihlalidir.

Din ve din eğitimi üzerindeki devlet denetimini pekiştirmek ve çocuğun din eğitimi alabileceği süreyi kısaltmak amacıyla sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim yasası çıkarılmış ve İmam-Hatip Okullarının ortaokul bölümleri doğrudan, lise bölümleri ise dolaylı olarak kapatılmıştır. Çocukların, beşinci sınıfı bitirinceye kadar yaz tatillerinde camilerde Kur'an okumayı öğrenmesi ve diğer temel dini bilgileri edinmesi yasaklanmıştır.

Değerli Konuklar,

Türkiye'de din özgürlüğü sorununun en çarpıcı biçimde ortaya çıktığı ve çok sayıda insanı etkileyen boyutu ise başörtüsü yasağında ortaya çıkmaktadır. Türkiye'nin modernleşme programı, "çağdaş uygarlık" düzeyine ulaşmak için vatandaşların giyinme biçimlerinin de değiştirilmesini öngörmektedir. Yukarıdan aşağıya gerçekleştirilen ve insanların nasıl giyinmeleri gerektiğine ilişkin nihai kararı verme yetkisini devlete veren politikalar, günümüzde geleneksel ve dinsel kıyafetlerin yasaklanması şeklinde devam ettirilmek istenmektedir. Bu konudaki en büyük ve yaygın sorun ise, kadınların başörtülü olarak eğitim görmelerinin, çalışmalarının ve birtakım yerlere girmelerinin yasaklanmasıdır. 28 Şubat sürecinde çok daha geniş uygulama alanı bulan bu yasak, kamu kurumları ve üniversitelerden belediyelere, özel eğitim kurumlarına ve işyerlerine kadar genişlemiş ve birçok kadın sadece başını örttüğü için okulunu ve işini kaybetmiş veya eşinin işten atılmasına ya da görevden alınmasına neden olmuştur.

Devlet başörtüsünü, bunun "siyasi bir simge" olarak kullanılması, "irticai bir nitelik taşıması" ve "teokratik devletten yana olmayı ifade etmesi" gibi gerekçelerle yasaklamaktadır. Kaldı ki insan hakları açısından, bireylerin siyasi sebep de dahil olmak üzere herhangi bir nedenle başlarını örtebilecekleri, bunun sadece ve sadece onların bireysel bir tercihi olarak değerlendirilmesi gerektiği ve yasalar tarafından da buna saygı gösterilmesi zorunluluğu açıktır.

Başörtülü öğrenciler lehinde karar veren yargıçlar Edirne ve Samsun'da olduğu gibi bir hafta içinde başka yerlere sürgün edilerek cezalandırılmış ve böylece yargı baskı altına alınmıştır. Ve sonuç olarak bugün biz mağdurunun sayısını hiç kimsenin bilemediği bir sorunu tartışıyoruz.

Değerli Konuklar,

Türkiye'de devlet eliyle dini hayatın düzenlenmesinde tamamen yok sayılan ve çeşitli engelleme ve kısıtlamalara maruz kalan Aleviler de çeşitli sorunlar yaşamaktadırlar.

Türkiye'deki gayrimüslim vatandaşlarımız da din özgürlüğü alanında büyük sorunlar yaşamaktadırlar. Müslüman olmayanların yaşadığı insan hakları sorunlarının asıl kaynağını da, Türkiye'de devletin gayrimüslim vatandaşlara yönelik yaklaşım ve uygulamaları oluşturmaktadır. Nitekim devlet, İzmir Karataş'ta ve İstanbul Zeytinburnu'ndaki iki Protestan Kilisesini basarak kilisenin meşru olmadığı gerekçesiyle 40 kişiyi gözaltına aldığı zaman yaptığı gibi kiliselerin meşruiyetini de belirlemeye kalkışmaktadır. Diğer bir deyişle devlet, bir yandan İzmir'de, İstanbul'da kilise basıp insanları gözaltına almakta, bir yandan da başörtülü öğrencileri üniversitelere sokmamaktadır. Aynı devlet, bir taraftan tüm camileri kamu kurumu haline getirmekte ve bir resmi din anlayışını tüm topluma bizzat devlet memurları aracılığıyla anlatmaktadır; diğer taraftan da başka dinlerin mensuplarını, misyonerlik yaptıkları suçlamasıyla zaman zaman gözaltına alıp cezalandırmaktadır.

Gayrimüslim cemaat vakıflarının gayrimenkul edinmeleri ile ilgili sorunlar bile hala tam aşılabilmiş değildir. Ermenilerin dini ve kültürel faaliyetlerine getirilen kısıtlamalar sürmektedir. 1971 Askeri Muhtırası sonrası faaliyeti durdurulan Heybeliada Ruhban Okulunun açılmaması, Rum Ortodoks Cemaati için en önemli sorunlardan birisi olmaya devam etmektedir. Müslüman din adamlarını bizzat yetiştiren devlet, Ortodoks Rumların din adamlarını da bizzat yetiştirmek istemektedir. Süryaniler ve Protestanlar ise Türkiye'de hukuken varlıkları dahi kabul edilmeyen, bir tür sanal cemaatler durumundadırlar; hukuken yok sayılmaktadırlar ve çeşitli baskılara uğramaktan kurtulamamaktadırlar.

Bu kadar geniş bir alana yayılmasına ve tüm toplumu ilgilendirmesine rağmen din özgürlüğü, insan hakları sorunları içinde hem ulusal hem de uluslararası düzeyde en az ilgi gören alandır. Din özgürlüğü alanında yaşanan ihlaller, hala insan hakları örgütlerinin gündemine yeterince girememiştir. Din özgürlüğüne yönelik ihlaller, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın hazırladığı raporlarda, Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Helsinki İnsan Hakları Federasyonu ve İnsan Hakları İzleme gibi hükümetdışı örgütlerin raporlarında sınırlı oranda yer almaktadır. AB'nin yürütme organı durumunda olan Avrupa Komisyonu'nun, Türkiye İlerleme Raporları'nda ise, Türkiye'deki gayrimüslim cemaatlerin yaşadığı sorunlardan yeterince söz edilmemekte, Müslümanlara yönelik din özgürlüğü ihlallerine ise hiç yer verilmemektedir.

Ancak AB'nin din sorununa ilişkin tutumunun sadece Türkiye ile ilgili olmadığını belirtmek gerekmektedir. Cezayir'de askeri darbe sonrası yaşanan katliamlara veya Tunus'ta hali hazırda devam eden devlet terörüne karşı da Avrupa, genellikle sessiz kalmaktadır. Sonuç olarak din özgürlüğü alanında yaşanan baskılar, Avrupa devletleri tarafından büyük ölçüde görmezden gelinmektedir. Ancak ihlal ihlaldir ve Taliban'ı eleştirirken ahlaken haklı ve tutarlı olabilmek, aynı zamanda Batılılar gibi giyinen diktatörlere de eşit ölçüde karşı çıkabilmeye bağlıdır.

Yaşayanların büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülke düşününüz ki, orada devlet, Müslüman bir aileye çocuğuna 12-13 yaşına kadar din dersi vermeyi yasaklamış olsun, onun dini eğitim alması engellenmiş olsun, onun nasıl giyineceği, nasıl düşüneceği, nasıl inanacağı devlet tarafından belirlenmek istensin, tarikata girmesi veya dini ayin yapması yasaklanmış olsun, kurban bayramında kestiği kurbanın derisini bile devletin seçtiği bir kuruma bağışlamak zorunda olsun, gittiği camide her Cuma dinlediği hutbe, bir devlet kurumu (DİB) tarafından belirlenmiş olsun, mahallesinde dinlediği vaaz bile tek bir merkezden yayınlanıyor olsun, başörtüsünden dolayı okulunu, işini ve kariyerini kaybetsin. Devlet başörtülü kadınlardan kamusal işlerin finansmanı için vergi alsın, ama ona kamusal alanda hizmet vermeyi reddetsin; örneğin üniversiteye almasın. Karısı başörtülü olmak veya sadece namaz kılmak, bazı kurumlarda çalışan bürokratlar için işten atılma gerekçesi olsun. Böyle bir ülkede din nedeniyle muhalif olmak için fundamentalist olmaya gerek yoktur. Dindar, dine karşı kayıtsız veya dini inancı olmayan, ama içinde az da olsa bir adalet duygusu bulunan bir insanın bütün bunları onaylaması mümkün değildir.

Saygıdeğer Misafirler,

Türkiye'de din özgürlüğünün güvence altına alınması için öncelikle devlet, dini, denetim altında tutmaktan vazgeçmelidir. Tam aksine devlet, tüm din ve inanç gruplarının özgürlüklerini güvence altına almak zorunda olduğunu kabul ederek yapılanmasını ve temel politikalarını bu doğrultuda yeniden düzenlemeli ve dini hayattan tamamen çekilmelidir.

Hala cezaevinden çıkaramadığımız Nureddin Şirin'lerin, DEP'li milletvekillerinin, Özkan Hoşhanlı'ların yanına sevgili Hakan Albayrak'ları da yollamaya hazırlandığımız bir dönemde yaptığımız "Başörtüsü ŞÃ»rası"nın insan haklarının geliştirilmesi ve bu arada başörtüsü yasağının kaldırılması sürecine katkı sağlamasını diliyorum.

FAALİYET BİLGİLERİKategori Adı Seminer & Panel & KonferansTarih 2004-05-05
Okunma Sayısı : 3761
Şube ve Temsilcilerimiz
mazlumder-genel-merkez
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER GENEL MERKEZ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk, No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (0212) 526 2440 | Faks: +90 (0212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4645223