MAZLUMDER Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, bazı AK Parti kurucuları ile ilgili olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın Anayasa Mahkemesine gitmesi ile ilgili olarak aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:
TARTIŞMALI OLAN
BAŞINI ÖRTENLERİN BİR PARTİNİN KURUCUSU OLABİLMELERİ DEĞİL,
BAZI YARGI GÖREVLİLERİNİN HUKUK NOSYONLARIDIR
Geçtiğimiz günlerde kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) kurucu genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte, partinin başörtülü altı kurucu üyesi hakkında, kurucu üyeliklerinin düşürülmesi amacıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu tarafından Anayasa Mahkemesi'ne gidilmesi, en başta, Türkiye'de farklı olana tahammülsüzlüğün boyutlarını göstermektedir.
Oysa farklı olma, yani bir insanın bir diğerinden farklı düşünmesi, konuşması, inanması, çeşitli beklenti ve birliktelikler içerisine girmesi, tercihlerde bulunması, giyinmesi vs devletten önce, toplum olarak birarada yaşamanın vazgeçilmez ön koşuludur. Her birey, "varlığını ispat" diyebileceğimiz bu potansiyellere sahiptir; onları bunlardan alıkoymanın veyahut sınırlamanın hiçbir meşru mazereti olamaz.
Ne gariptir ki, yaşadığımız ülke, en başından beri mazeret duvarlarıyla adeta örülmüştür. Laikçilik bu duvarların en yükseği olarak varlığını sürdürmektedir. Laikçilik sözkonusu olduğunda, hukuk, eşitlik, insan hak ve özgürlükleri vs değerler "bize özgü" bir biçimde yontulmaktadır.
O nedenle Türkiye, mevcut kanunlarla sınırlı bir "kanun devleti" dahi olamamaktadır. Bu bağlamda illa bir sıfat gerekiyorsa, bunun, laikçiliğin temel teşkil ettiği bir "korku devleti" olduğunu söyleyebiliriz.
Esasen bir hukukçunun laikçilik adına üniversite kapılarında öğrenim özgürlükleri yok edilen başörtülü öğrencileri referans alabilmesi ve AK Parti'nin kurucuları arasında yer alan altı başörtülü bayanın partiden ihracını isteyebilmesi büyük bir talihsizliktir. Bu talihsizliğin gerekçesi yine laikçilik. Başsavcının, o insanların, tıpkı üniversitelere alınmayan başörtülü öğrenciler gibi, bu ülkede yaşadıklarını, en az kendisi kadar bu ülkede söz söylemeye hakları olduğunu, vergi verdiklerini, dahası kendisi gibi vatandaş olduklarını unuttuğu anlaşılmaktadır.
Altı bayanın düşünce, örgütlenme ve inanç özgürlüklerine; dahası kimlikleri dolayısıyla onurlarına kastetme hakkını kendinde gören Başsavcı, bayanların "kuşku doğuracak simgesel dayatmalarda bulunmamaları gerekmektedir" diye buyuruyor. Oysa bir Başsavcının, hak ve özgürlüklerin insanların keyfi yorumlarıyla değil, tüm özgür dünyada geçerli bazı şartlarla ve ancak kanunla sınırlanabileceğini herkesten iyi bilmesi beklenir.
Durum bu iken, konuyla ilgili olarak bir haber programına açıklamalarda bulunan AK Parti sözcüsünün, özellikle başörtülü kurucularla ilgili olarak, doğrudan tepki göstermek yerine, Anayasa Mahkemesi'nin çıkacak kararına işaret etmesi, özgürlüğü elde edebilmek için "yenilenme"nin ve "değişim"in yetmediğini, bunun başka gereklilikleri olduğunu da bir kez daha ortaya koymuştur.